Yeterince Deliren Kahramanın Aklı Başında Hikâyesi

Osman Cihangir
Osman Cihangir

Yan başlıklardan ve bölüm isimlerinden oluşan parçalı yapısı, metnin geneline göre küçük ya da büyük yazılmış kelimeleri, simge veya resimlerden yararlanma, düşünen bir insanın aforizma neşesi veren cümleleri ile bir yandan da oldukça renkli bir kitap olan Hemen Hemen Hiç tıpkı hayat gibi.

Osman Cihangir'in ilk öykü kitabı Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz hepimiz tarafından çok sevilmişti. Olabildiğince absürt kahramanlar; bildiğin insan gibi seviyor, acı çekiyor, özlüyor ve kırılıyorlardı. Tuhaf varlıkların gerçek duygularının yarattığı bu mayhoş karışım okuru fena halde etkilemişti. Hayal gücünün uzandığı yerler, sıra dışı tanımına özündeki bir şeyi aynı tutarak/bizden uzaklaşmayarak katılması, üslubundaki samimiyet ve rahatlık ikinci kitabı Hemen Hemen Hiç'te de devam ediyor.

Kitaba adını veren ilk öykü "Hemen Hemen Hiç", Galip üzerinden ilerler. Galip büyük yazılan bir kahramandır çünkü ismiyle müsemmadır. İnsanların en az bir eşyaya tutkun olduğu bir çağda, onun en büyük özelliği, herkesin eşyasını görebilmesidir. Bu yüzden, çalıştığı beyaz eşya dükkânında ne yapıp edip satışı gerçekleştirir. Aslında olay sadece bu değildir. Osman Cihangir'in öykü kahramanlarının ardında hem bireysel bir trajedi, hem de toplumsal bir eleştiri yatar. Galip'in bireysel trajedisi şu şekildedir:

Babam öldükten sonra annem donup kalmaya başladı. Çaydanlığa her su koyduğunda, kaynayana kadar öylece kalıyordu. Eşyasını gördüğüm ilk kişi o oldu. Evine bağlı bir kadın her gün evini temizlemese bile mutlaka çay için su koyar ocağa. Bu kaynama süreleri onu eşyasına bağlayan ilmekleri ördüğü vakitlerdi, o gün neler yapacağını düşünür, evin ne eksiği olduğunu/kaldığını tartar, çıtını bile çıkarmadan dururdu. Kazandığım ilk parayla onu benden çalan zamanı kısaltmak için anneme ketıl aldım," dedi Galip, sustu. Ertesi gün de işten ayrıldı."

Osman Cihangir'deki toplumsal eleştiri ise absürtlüklerle bir bütün içindedir. "Mahkumlar" öyküsü; kahramanı Sedat'ın çerçevesiz bir güneş gözlüğü takıp gözünü AVM'de açmasıyla başlar. Sedat gözlüğü taktığı her seferinde AVM'de bir saat vakit geçirir. Bu süre gerçek hayattaki bir dakika ile eş değerdedir. Orta yerde duran şekerleme büfesinin etrafında dolaşır, mağazalardan alışveriş yapar, otoparkta gezinir, oyun trenine biner... AVM'nin her ihtiyaca mutlaka karşılık sunan o korkunç yapısı, bir süre sonra rahatsız edici olmaya başlar. Sedat, bu AVM'de dolaştığı hiçbir seferde çıkışı bulamaz. Güvenliğe gidip şu soruyu sorar: "Burada bir insanın isteyeceği her şey var, birini sonsuza kadar burada tutabileceğin her şey mevcut, sence de bu ürkütücü değil mi?"

AVM'nin içindeki tüm çalışanların gözlüklerini teker teker kırar Sedat. Gözlüğünü kırdığı herkes yok olmaktadır. Bu da metnin arka planında, gerçek yaşama döndüklerine dair bir işarettir. AVM'deki herkes yok olduğunda, bu sefer de oradan nasıl çıkacağını düşünmeye başlar. Çatır çutur bir ses duyduğunda annesi gözlüklerini parçalamış, Sedat da odasına geri dönmüştür. Metinde kullanılan gözlük simgesi, zorunlu olarak bir parçası olduğumuz kapitalist dünyaya da dijital dünyaya da göz kırpar. Gerçek hayatın bir dakikalık gerçek lezzetlerinin yerini daha uzun sürse de doyurucu olmayan başka dayatmalar almıştır.

"Bilen Kişi", "Üç Duruşluk Dünya", "Sosyal Ölüler", "Kulak Tembelliği", "Cam Üstadı" ve "Koridor Ölümleri" adlı öyküler de metnin başından beri sözünü ettiğim izleğin başarılı örnekleridir. Bireysel trajedi ile birlikte ilerleyen toplumsal eleştiri, öyküleri geçmiş ve gelecek zamanlar için diri tutar.

Yan başlıklardan ve bölüm isimlerinden oluşan parçalı yapısı, metnin geneline göre küçük ya da büyük yazılmış kelimeleri, simge veya resimlerden yararlanma, düşünen bir insanın aforizma neşesi veren cümleleri ile bir yandan da oldukça renkli bir kitap olan Hemen Hemen Hiç tıpkı hayat gibi. Tuhaf ve kafası karışık olsa da kalbimize dokunmayı biliyor.