Yüce bir dağsın Cemil

Yanına yaklaştım. Ulan Cemil dedim. Nasıl aşacağız bu dağı?
Yanına yaklaştım. Ulan Cemil dedim. Nasıl aşacağız bu dağı?

Şimdi bir tek dağ kaldı Cemil. Aştıkça önüme yeniden dikilen bir tek dağ kaldı; sen. Sen yüce bir dağsın Cemil. Bırak artık yakamı. Ulan, diğer yarımı sana bıraktım. Yine de yetmedi. Gerçi o düzenbaz çıktı ya neyse. Ben senin yanına bıraktım onu. Ama kaçmış be Cemil. Eski sevgilimizle mutluymuş.

Önümüzde yüce bir dağ vardı. Ona bakıp bir gün bunu aşabilir miyiz acaba, diye düşündüm. Dibine geldiğimde şapkamı tutarak bakmıştım. Öyle dik, öyle büyük, öyle aşılmaz gelmişti gözüme. Gün geldi, yamacından inerken, bir fatih gibi hissettim kendimi. İçim kıpır kıpırdı. Dedim, mevsim bahar değil. Dağı aşalı da çok oldu. Bu neyin heyecanı. Yoksa dedim, âşık mı oldum nedir? Yok, bu soru cümlesi değildi elbette. Cevabı ben bilmezsem kim bilebilir? Bu da soru cümlesi değil. Soru cümlesi olmayan ama gizli sorular soran cümleler kurmaktan vazgeçmeliydim artık. Nedir bu yahu! Cemil olsa, bunları ona anlatsam, açlıktandır abi, otur bir yemek yiyelim derdi. Yoksa Cemil’i mi özledim ben? Bak işte bu, hiç ama hiç soru cümlesi değil. Elbette özledim. Mahallede aynı kıza âşık olup, bunu ikimiz de bildiğimiz halde, üzülürüz diye yıllarca birbirimize söyleyemediğimiz günden beri özlüyorum onu. Yağmurlu bir kış günü, ayakkabımda -bak bu doğru, ayakkabılarımda değil ayakkabımda- kabir toprağının çamurlarını şehrin sokaklarına taşıdığım günden beri çok özlüyorum.

Cemil, dedim. Ulan oğlum, dağı aşma fikri, dağı aşma özlemi, dağı aşmaktan daha güzelmiş. Bildim, dedim. Ama bunu dağı aşmadan bilmenin de imkânı yokmuş. Bunu da bildim. Aşmış bulunduk bir kere. Şimdi söyle bakalım. Karnım tok olduğu halde içimdeki bu kıpırtı ne? Ne demeye dörtnala koşuyor atlar içimde. Cemil cevap vermedi. Öylece baktı yüzüme. Tam o sırada annesi seslendi. Ispanaklı börek yapmış. Sıcak sıcak yiyin dedi. Güle oynaya gittik. Ayran da çalkamış Rukiye Teyze. Koyu koyu hem de. Bizim evdeki gibi, azaldıkça içine su dökülen ayrandan değil. İşte Cemil’in ilk o gün bıyıkları çıktı. Ayrandan bir yudum alınca, Ayhan Işık gibi incecik bir bıyığı oldu. Ulan dedim, bak genç yaşında ihtiyarladın. Bıyıkların bile ağardı. Amma gülmüştük.

Annesi çok güzel börek yaptığı için kıskanırdım ben Cemil’i. Bir de en çok babası öldüğünde kıskanmıştım. Çok üzgündü. Hayır, üzüntüsünü kıskanmadım. Babası öldüğü için çok ilgi gördü Cemil. Herkes ona sarıldı. Çok kıskandım. Keşke dedim, benim de babam ölse bana da böyle sarılsalar. Zaten hiç sevmezdim babamı. Çok içerdi babam. Annemi döverdi. Başka babalar gibi bana bir şeyler almazdı. Cemil’inki alırdı. Ölünce herkes çok üzüldü. Ben de üzüldüm. Ama en çok Cemil’i kıskandım. Herkes ona sarıldı. Uzaktan seyrettim onu. Keşke benim babam ölseydi diye düşündüm. Hatta ölsün diye dua ettim. Ölsün ve herkes tıpkı Cemil’e sarıldığı gibi bana da sarılsın.

Yanına yaklaştım. Ulan Cemil dedim. Nasıl aşacağız bu dağı? Bunca yükle nasıl çıkacağız bu dik yamaçları? Kar, fırtına… Sonra kurt, çakal… Nasıl baş edeceğiz? Cemil yüzüme baktı. Çok soru soruyorsun abi, dedi. Ne yapayım oğlum, dedim. Bak yine sordun abi, dedi. Sustum.

Sonra bir gün, babam öldükten çok sonra Cemil de öldü. İşte o gün ikiye bölündüm. İşte o gün yarım gitti. Tam ortadan bölündüm. Bir tarafım eksildi. Ayakkabımda –ayakkabılarımda değil, ayakkabımda- Cemil’in kabir toprağına ait çamurla şehrin caddelerinde yürürken, eksik yanım peşimden geldi. Dur dedi. Ben senin diğer yarınım. Böyle yarım nasıl yaşayacaksın. Bütün ol, dedi. Dönüp bakmadım bile. Yürüdüm. Bırakmadı peşimi. Yalvardı. Senin yerin artık orası, dedim. Cemil’in yanına dön. Yalnız bırakma onu. Zaten yarım porsiyon adamsın. Bozarım façanı, dedim. Bilmem ki, belki korkusundan, belki de bana acıdığından bıraktı peşimi. Cemil’in yanına gitti mi, ondan da emin değilim. Gidip hiç bakmadım mezarlığa, orada mıdır, değil midir? Ama bir gün mahallenin bitirimlerinden birisi gelip, abi seni geçen gün pavyonda gördüm, hayırdır deyince… Diğer yarımın Cemil’in yanına dönmediğini anladım. Tuttum yakasından adamın. Nerde gördün ulan, dedim. Abi şu sizin eski manitanın çalıştığı pavyonda, dedi. Vay puşt, dedim içimden. İnsan diğer yarısına bile güvenemez mi? Devir amma bozulmuş arkadaş. Vay anası.

Peşine düşeyim, dedim. Vazgeçtim. Belki mutludur onunla. Girmeyeyim aralarına, dedim. Dedim de… Baktım bunlar kol kola çıktılar pavyondan. Asıldım sustalıyı. Bir nara attım. Daracık sokaklar inledi yeminle. Bunlar bir ürktü önce. Sonra baktılar benim. Biraz rahatladılar. Biri diğer yarım, biri eski sevgilim. Yok. Cemil’le benim eski sevgilimiz. Onlara kıymam sandılar. Sustalıyı hırsla, kinle, öfkeyle… Çöküp gırtlaklarına… Tam kalbine deyip… Ellerimin kanını elbiselerine silmem sandılar.

Ki haklılar.

Yapmadım.

Yapamadım.

Diğer yarım beni çok pis dövdü. Çıkma bir daha karşıma, dedi. Biz çok mutluyuz, bizi rahat bırak, dedi. Sen git, o dağ mıdır, plato mudur onu aşmaya çalış, dedi. Olmaz, dedim. Bırakmam. Ben de mutlu olmak istiyorum, dedim. Diğer yarım bir yandan suratımı yumrukluyor, bir yandan da habire konuşuyordu. Ulan, dedi. Bizi rahat bırakmazsan yediğin naneleri anlatırım herkese, dedi. Babam ölsün diye dua ettiğini… Ölünce, benim yüzümden öldü deyip nasıl vicdan azabı çektiğini… Bir gün benim ölmemi isteyen bir oğlum olursa diye korkudan evlenmediğini… Şu zavallı kızı Cemil’le aramızda bırakıp buralara kadar düşürdüğünü… Ulan puşt, zavallı Cemil bile senin yüzünden ölmedi mi? Tam bunu söylediğinde öyle bir vurdu ki! Bayılmışım.

Kendime geldiğimde birisi ceplerimi karıştırıyordu. Baktım küçük bir çocuk. Söylediklerini anlamadım. Yabancıydı galiba. Korktu önce. Kaçmaya çalıştı. Tuttum kolundan. Cebimde ne kadar para varsa verdim. Ağlaya ağlaya gitti. Diğer yarımı da, Cemil’le benim âşık olduğumuz kızı da bir daha görmedim. Dedim ya, Cemil öldüğünde diğer yarım da öldü. Onunla beraber bıraktım.

Babam öldü. Cemil’den çok önceydi. Ben dua ettiğim için öldü. Annem çok sevindi. Aferin oğlum, dedi. Cenazeye çok az kişi geldi. Cemil gibi kimse sarılmadı bana. Sadece birkaç tanıdık amca başımı okşadı o kadar. Belediye işçileri gömdü babamı. Annem evden çıkmadı. Komşudan bir teyp almış ödünç. Bir de çiftetelli kaseti bulmuş. Açtı son ses. Sabahtan akşama kadar oynadı. Ateşin bol olsun mendebur herif, diye diye oynadı.

Ben kaçtım. Babası ölsün diye dua eden bir çocuğu, kimsenin tanımayacağı bir yer bulmaya çalıştım.

Olmadı.

Bulamadım.

Nereye gittiysem tanıdılar beni. İşte dediler, bu o çocuk. Babası ölsün diye dua eden bu. Hep kaçtım. Sadece bir gece uzaylılar geldi. Onlar tanımadı beni. Çok yalvardım onlara. Beni de alın yanınıza, dedim. Yemek yapmasını bilmiyorum ama bulaşık falan yıkarım, dedim. Olmaz, dediler. Almadılar. Kalakaldım. Annem buldu beni sonra. Tam uzaylılara beni yanlarına almaları için yalvarırken geldi kömürlüğe. Beni eve götürdü. Cemil geldi sonra yanıma. Beni teselli etti. Niye kaçtın abi, dedi. Dağı gördüm Cemil, dedim. Çok büyüktü lan. Aşamazsam diye korktum, dedim.

Okula gitmedim bir süre. Babası ölsün diye dua eden çocukları okula da almıyorlarmış. Olsun, dedim. Ulan, zaten okuyup ne olacak! Bunlar çok önce oldu işte. İşte ben o dağı görmeseydim. Görüp aşmaya çalışmasaydım. Aşınca içim kıpır kıpır olmasaydı. İçim kıpır kıpır olunca Cemil’i hatırlamasaydım. Cemil’i hatırlayınca, diğer yarımın olmadığını unutup gitmiştim. Cemil, karnım da aç değil. Ama nedir bu? Âşık mı oldum ulan ben? Ya evlenirsem! Ya oğlum olursa! Ya o da benim ölmem için dua ederse! Cemil, sevgilimiz benim diğer yarımla mutluymuş oğlum. Oysa onunla ben evlenecektim. Sen olmasaydın. Sadece ben olacaktım Cemil. Evlenecektik ulan. Mutlu bile olurduk yeminle.

Ah ulan Cemil! Sevdiğimiz kızın mektubu gelince ne çok sevinmiştik. Heyecanla açmıştık zarfı. Ellerimiz titreyerek okumuştuk. İnanamamıştık. O şerefsiz babasının yaptığını okuyunca… Kızını kumarda kaybettiğini öğrenince… Geceyi beklemeden kaçmıştık askerden. Kaçtık. Durmadan koştuk. Az bir yolumuz kalmıştı. Şehre varsaydık. Varabilseydik. Terminale bir atsaydık kendimizi. Otobüse binip kurtaracaktık sevgilimizi. Babasını da öldürecektik. Ben mayına basmasaydım. Cemil beni kurtarmaya çalışmasaydı. Beni kurtarayım derken mayın patlamasaydı.

Mayın patladı. Her yer toz duman. Uzun bir çınlama kulaklarımda. Biz o dağdan geçmeyecektik Cemil. Diğer taraftan dolanacaktık. Yol uzardı. Doğru. Ama işte. Cemil. Cemil. Cemiiiiiiiiilllll… Hastanede açtım gözümü. Aradan bir ay geçmiş. Etrafa baktım. Yalnızdım. Cemil yoktu. Doktor geldi. Sen yarımsın oğlum artık, dedi. Bir bacağım, bir kolum kopmuş. Cemil’le beraber gömmüşler diğer yarımı. Diğer yarım Cemil’de kalmış. Ayırmamışlar bizi.

İnsan yarım da yaşıyor be Cemil. Alışıyor insan. Ulan, yarım yaşanıyor da aşksız yaşanmıyor be Cemil.Ferhat denilen zibidi benim lan. Mecnun denilen deli de benim. O dağı delmedik, patlattık oğlum. Biz de patladık ama dağ da yok oldu. Şimdi bir tek dağ kaldı Cemil. Aştıkça önüme yeniden dikilen bir tek dağ kaldı; sen. Sen yüce bir dağsın Cemil. Bırak artık yakamı. Ulan, diğer yarımı sana bıraktım. Yine de yetmedi. Gerçi o düzenbaz çıktı ya neyse. Ben senin yanına bıraktım onu. Ama kaçmış be Cemil. Eski sevgilimizle mutluymuş. Beni de bir dövdü sorma. Güzüm hâlâ mosmor.