Yumak

Ninem zaman olmuş. Oğul dedi, ellerinden İstanbul damlıyor. Koca İstanbul olmuşsun.
Ninem zaman olmuş. Oğul dedi, ellerinden İstanbul damlıyor. Koca İstanbul olmuşsun.

Ninem odada.. koca yumak odayı kaplamış. Zaman yutmuş her şeyi, şişmiş şişmiş kocaman bir sünger olmuş. Ninem zaman olmuş. Oğul dedi, ellerinden İstanbul damlıyor. Koca İstanbul olmuşsun.

Bırak elindeki şu yumağı, dedi. Nedir bu çilen? Her gün bir tur daha dolayıp duruyorsun. Yumağını koca oda almaz oldu. Hapsettin kendini koca yumağa. Kocaman bir dünyası vardı ninenin, her şeyini oraya saklıyordu; bir hafıza... koca bir hafıza odada büyüyüp duruyordu. Bir sünger gibi emiyordu her hatırayı, her acıyı, her ânı. Zaman ilerledikçe, hiçbir şey bir daha eskisi gibi olamıyordu. Her an, kapanmaz bir yara olarak iz bırakıyordu zamanda. Zaman ilerliyor, eşya değişiyordu. Nine zamanın yaraları üzerine yaslanıyor, nine zamana gömülüyor, hayat yumuşuyordu yumakta. Olmuyor işte! Yapamıyorum bu şehirde. Çok istedim. Yapamadım. Mezrada kalmayı da çok istedi. Olmadı.

Dağda kalınca babası, annesi toprağa düştü; ninesi kesti okunmuş saçlarını, saçlarına üfleye üfleye minik bir yumak yaptı. Koca bir dağ, koyunlar, başaklar, yanmış evler, yıkılmış ahırlar sığdı saçlarına, ansızın inen bir beyazlık olarak. İçinde bir oğul yanıyordu, aldı yumağının merkezine koydu. Bir umudu yeşertmek için her gün doğarken güneş... yeni... yepyeni… Güneşi de sardı yumağına; yaraları örtsün, ateşleri söndürsün diye. İstedi ki soğusun içindeki oğul yangını. Sönmedi, büyüdü; büyüdü dışarıya bir yumak olarak taştı. Görenler bilmedi yumağın yangının taşan alevleri, ninenin de yangın yeri olduğunu.

Kasabadan ayrılırken ardından dökülen sular sadra şifa değildi. Geldiği bu şehirde, torununu yazgısından uzaklaştıramamıştı. Sırtında büyüyen dağ, içinde yangınlar… Her umut, geride bıraktığı toprakların sağırılğında sönüyordu. Kocası kaçakta… Kim bilir kaç parça… Kim bilir kaç parçası başka topraklarda, kaç parçası çuval içinde, mezrada toprak altında. Bilemedi. Oğlu hangi dağlarda kandı toprağa. Şimdi, bunca zaman sonra, zamanla acılar bu kadar büyümüşken, dağlar sığar mıydı torununun minik kalbine, taşıyabilir miydi bu emaneti?

Acılarını aldı bir yumak yaptı.
Acılarını aldı bir yumak yaptı.

Acılarını aldı bir yumak yaptı. Ben kendi yükümü kendim taşırım dedi. Bir dağı sırtlandı.. dağda kalan her yanını. Şimdi uzak topraklardaydı; dağla arasında zamanın kapanmaz yaraları. Torunu her şeyi bir masal olarak bildi. Bir kaçağın bir eşkıyaya ulanan masalı; bir dağdan bir dağa yeten, yettikçe çoğalan bir dev. Şehre bir dev olarak geldi. Babasız bir dev. Baba dağdan dağa yeten bir devdi. Bilmedi babasını... babasının hikayesini... dağlarda parçalanmışlığını. O yürüdü mü, dağlar durur, kuşlar susar, akan sular donardı. Bir adımı bir dağda, bir adımı diğerinde. Öyle işte! Yürüdü şehrin daracık, karanlık, küflü sokaklarında. Hep bir yanı, bir yerlere çarptı. Düştü. Kalktı. Yaralar içindeydi.

Akşamları ninesi aldı yaralarını yumağa sardı. Sağalıyordu ninesinin okunmuş elleriyle. Güç topluyordu. Sonra bir kez daha şehirle yüzleşiyordu. Denedi, hem de kaç kez. Yılmadı. Yıkılmamalıydı. Her renge girdi. Her boyayla boyandı. Yılmadı. Olmuyordu. Olsundu. Yürüsündü. O yürüyünce dağlar dursun, kuşlar sussun, akan sular donsundu. Bir adımı bir sokakta, bir adımı diğerinde. Öyle işte! Bir dev nasıl yaşasın şehrin daracık sokaklarında? Bir dev nasıl tutunsun çürümüş binalara? Denedim, hem de kaç kez. Yılmadım. Yıkılmamalıydım. Her renge girdim. Her boyayla boyandım. Yılmadım. Olmuyordum. Olsundu.

Varlığım bir yüke dönüşüyordu. Taşıyamıyordum kendimi.

Geceleri gezdim şehrin karanlık sokaklarında, tamahkar kadınlar arasında, dokundum yasak yerlere, şehre ürperti verdim. Varlığım bir yüke dönüşüyordu. Taşıyamıyordum kendimi. Hiçbir yere ait değildim. Boğuluyordum. Tutunamıyordum. Sonra yerde kör bir bıçak gördüm. Uzandım, aldım. Tutundum ona. Kendimle buluştum. Her an eşya değişir derdi ninem. Her an, zamanda bir yaradır derdi. Bu da benim ânım dedim. Kör bıçağı aldım, yaralarıma sürttüm. Kanayan yerlerimi dağladım. Kaç babasız oğul geçti yanımdan, toprağa kanmış oğullar sonra… Babaların uzakta sönen umutları… Yangınları babaların… Ah! Yürek nasıl dayansın.

Dayanır derdi ninem. Nelere dayandım ben. Sen de dayanacaksın. Dayanacaksın, yanacaksın ve pişeceksin. Oğul kavi gerek. Boynuma cevşen, gömleğime mavi boncuk, cebime okunmuş çörek otu. Kör odalarda, sağır duvarlar arasında piştim ben. Onlar vurdu, ben piştim. Bilmezsiniz kör odalarda, sağır duvarlar arasında nasıl dev olunduğunu. Ben bildim. Ben oldum. Kör odalardan, sağır duvarlar arasından çıktım, ninemin sesler ikulaklarımda. Gıkım bile çıkmadı. Okunmuştum ben. Artık her şey bana uzak, her şey bir masal, bir ben gerçek, acıtıcı bir gerçek olarak şehrin sokaklarında. Şehrin sokaklarında, elimde kör bıçak, çöktüm eksik kadınların gırtlaklarına; canını aldıklarım mutlu bir ceset olarak kaldı ardımda, parasını aldıklarım tamahıma nesne.

Yürüdüm, İstanbul titredi. Durdum, İstanbul durdu.
Yürüdüm, İstanbul titredi. Durdum, İstanbul durdu.

Yürüdüm, İstanbul titredi. Durdum, İstanbul durdu. İstanbul eksildi, eksilenler bende toplandı. Elimde kör bıçağımla bildiler beni. Elimdeki kör bıçağı sürttükçe şehrin küfüne, pasına, ben kirlendim. Bir pezevengin baldırlarına vurdukça kör bıçağı, ben kanadım. Kömür karası saçlarını bileklerime doladığım kadının eksilmiş yüzünü vurdukça kumar masasına, ben kaybettim. Bir polisin hain yüzünü ezdikçe iskarpinlerimle, ben öldüm. Yüzüm yoktu. Ama olsundu. Döndüm eve nefes nefese. Ninem odada.. koca yumak odayı kaplamış. Zaman yutmuş her şeyi, şişmiş şişmiş kocaman bir sünger olmuş. Ninem zaman olmuş. Oğul dedi, ellerinden İstanbul damlıyor. Koca İstanbul olmuşsun. Ardımda kesik kesik mavi ışıklar; projektörler; sirenler. Okunmuş ellerini sürttü ellerime. Sağalmadım. Zamana kanıyordum koca İstanbul olarak.

Nasılsa dedim, dünya da yalandı, ömür de; tek gerçek koca bir devin şehrin sokaklarına sıkışıp kalmasıydı. Dayanacaksın. Nelere dayandım ben. Sen de dayanacaksın. Dayanacaksın, yanacaksın ve pişeceksin. Oğul kavi gerek derdin ninem. Dayandmı . Yılmadım. Yıkılmadım. Tutundum. Ben yürüdüm, İstanbul titredi. Durdum, İstanbul durdu. Ben babamı içimde taşıdım. Vur dedi vurdum, dur dedi durdum. Şimdi geldim koca bir İstanbul olarak. Ardımda mavi kesik ışıkalr, kör edici lambalar, sağır edici sesler… Her şeyi yüklendim. Dağı. Babamı. İstanbul’u. Zamanı. Zamanın yaralarını. Ben çoğalamadım nine, eksile eksile tükendim. Biliyorum ben bir ebterim. Masallar da bitermiş, yumaklar da çözülürmüş. Söndü içimdeki ateş. Masallar biterse devler ölürmüş. Devler ölünce eşkıyalar kimin kalbinde yaşar? Şaşırdım dağa mı bakayım, şehre mi? Şehre mi sığarım, dağa mı bilemedim. Al dedim, al nine bu acılarımı da sar yumağına, beni sar, beni ört, beni göm.