Zihnimiz rasyonalizmle zehirlenmiş

Murat k. Murat
Murat k. Murat

Hikâyelerle bir zamanlar bir ateşin başına ya da bir üstadın huzuruna toplanan insanların kurduğu türden bir ilişki kuramıyoruz. Akılcı bir açıklama işitmek, makul bir sebep sonuç ilişkisi görmek, bir örüntü aramak zorunda hissediyoruz.

Sayın Murat k. Murat ilk kitabınız "Bir Zamanlar Dünyada" hayırlı olsun. Kitap hakkında sormak istediklerime geçmeden önce Murat Murat isimli bir yazarın öykü alanında olmasa da basılmış bir kitabı olduğu dikkatimi çekti. Bir akrabalık, tanışıklık var mı acaba o yazarla?

Merhaba Sami, güzel dileklerin için teşekkür ederim. Bahsettiğin arkadaşı tanımıyorum, isim benzerliği sanırım. Belki de müstear isimdir, bilemiyorum. İlk kitabını benden önce yayımlamış olması benim adıma ufak bir talihsizlik olmuş. Şaka bir yana, evet o kitabın yazarı da benim. Bir kaç yıl önce genç okurlar için astronomiye giriş niteliğinde bir bilim kitabı yazmak nasip oldu. Ancak öykülerimi kendime saklamak istediğim bir nedenle böyle yayımlamak istedim. Müstear kullanmayı seviyorum, ismime yaptığım bu küçük eklemeyi de ufak bir müstear denemesi olarak değerlendirebilirsin.

Bilimi odak aldığın bir kitap yazmış olduğun için böyle bir giriş yapmak istedim sohbete. Ayrıca çok da güzel bir kitaptı Gezegen Rehberi. Daha öncesinde de teorik fizik, astronomi, uzay-zaman kuramları ya da basit düzeyde kuantum mekaniği muhabbetlerimiz olmuştu zaten. Bu bilim merakının öykülerine de sirayet etmiş olduğu görülüyor. Bilimin kesinlik arayışının estetiği öldürmesi de bir ihtimalken sen bu tuzağa düşmemişsin. Bunu nasıl kotardığını anlatabilir misin?

Sanırım tam da bu noktada yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına esasen fizikçi olmadığımı söylemem gerek. Hatta özel bir ilgim olmakla birlikte fizik bilimini hayatımın merkezine koymuş da değilim. Öte yandan neredeyse bir kaç yıl boyunca ciddi bir disiplinle fizik okumaları yaptığım bir dönem oldu. Madem buradan sordun ben de buradan devam edeyim. Fizik alanında belli bir bilgi birikimine ulaşmak insanın makro ölçekten mikro boyutlara, kainata ve varoluşumuza bakışını, kavrayışını şekillendiriyor ister istemez.

Bir Zamanlar Dünyada
Bir Zamanlar Dünyada

Evrenin muazzam büyüklüğünü, uzay-zamanın doğasını, yıldızların yaşam döngülerini ya da atom altı parçacıkların kaotik dünyasını öğrendikçe hem bir tür coşkuya kapıldım hem de her şeyin merkezinde olmadığımızı, kainatta bir zerre kadar yer kaplamadığımızı anladım. Bunun güçlü savrulmalara sebep olabileceğinin farkındayım elbette. Çok şükür benim için bu etkilenme "hayretimin artması" şeklinde gelişti.

Hoş, işin içine kuantum mekaniği girince bilimin o katı, pozitivist yönü kısmen zayıflıyor, bildiğimiz gerçekliğin sınırları silikleşmeye başlıyor. Sınırlardaki bu silikleşme, o sınırların dışına doğru yolculuklar yapabilmeme, yeryüzündeki maceramızın gördüklerimizden ibaret olmadığına inandığımız zamanlara, masallara, mitlere hasılı kadim anlatıya kulak verebilmeme kapı araladı belki de. Buradan öykülerime bir şeylerin sızması gayet olağan. Çağımızın bizi sıkıştırdığı köşede, spekülatif kurgunun hikâyenin işlevinin gerçekleşmesi adına en etkili enstrümanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla "bilimkurgu" olarak tanımlanabilecek öykülerimin olmasında, "bilim merakımın öykülerime sirayet etmesi" kadar bu güçlü enstrümanı kullanmak istememin de etkisi var.

Bilimkurguyu da kendi kişisel tarihinle harmanlıyor oluşun dikkat çekici. Mesela fizik araştırmalarını CERN ya da Harvard'da değil de Bozok Üniversitesi'nde yapan bir karakteri anlatıyorsun öykünde. Bilimkurguda yerel bir kanal açmak gayretinde olduğunu söyleyebilir miyiz?

Meseleye yerelleşme perspektifinden bakmak hatalı olmasa da yetersiz sanki. Az önce söylediğim gibi bilimkurgunun ve fantastik unsurların çok etkili enstrümanlar olduğuna inanıyorum. Modernizmin insanı kendi doğasına aykırı; rasyonel, pozitivist hatta pragmatik bir varlık alanına hapsetmesinin ruhsal bir travmaya yol açtığı düşüncesindeyim. Bu yaralanma hikâyelerle kurduğumuz ilişkiye, onları anlama biçimimize de zarar verdi. Zira hem bireysel hem kolektif bilincimiz/bilinçdışımız aslında hikâyelerin etrafında şekilleniyor. Dolayısıyla hikâye ile kurduğumuz ilişkinin zayıflamasının; yarayı derinleştirdiğini, sağaltıcı unsurları silikleştirdiğini ve kısır döngüyü iyice içinden çıkılamaz bir hale getirdiğini söyleyebiliriz. Gerçekliğin katı, soğuk ve acımasız yanını her gün iliklerimize kadar hissetsek de içimizde bir ses dünyanın tecrübe ettiğimizden daha fazlasını sakladığını fısıldıyor bize.

  • Bu huzursuz fısıltıya rağmen sınırların ötesinden haberler getiren hikâyelere dudak bükmekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Çünkü zihnimiz rasyonalizmle zehirlenmiş bir kere. Hikâyelerle bir zamanlar bir ateşin başına ya da bir üstadın huzuruna toplanan insanların kurduğu türden bir ilişki kuramıyoruz. Akılcı bir açıklama işitmek, makul bir sebep sonuç ilişkisi görmek, bir örüntü aramak zorunda hissediyoruz. İşte tam da bu noktada anlatının bildiğimiz gerçeklikle bağının koparılıp farklı bir gerçeklik düzlemine taşınmasıyla fantastik, birtakım bilimsel açıklamalarla aklı ikna edişiyle bilimkurgu sayesinde içimizdeki o çatık kaşlı, huzursuz muhafızı yatıştırabiliyoruz. Ne ki, edebiyat kamumuzda spekülatif kurgu unsurları içeren metinlere karşı hissedilir bir soğukluk var. Ancak bu konuda kimseyi, en azından okuru suçlayamam. Zira bu zamana kadar karşılaştığımız yerli örneklerin çoğunun sentetik bir his uyandırdığı konusunda onlarla hemfikirim. Bilimkurgu ya da fantastik, maalesef kendi sesini bulan metinler yerine türün kurucu eserlerinin kopyaları ile daha sık karşılaşıyoruz.

Yerel bir kanal açma girişimleri de bilhassa mevzu bilimkurgu olduğunda öykü kişilerinin karikatürize edildiği, olay örgüsünün absürdleştiği çalışmaları doğurmuş genellikle. Kendimi bu toplamdan ayrı tuttuğum düşünülmesin. Zaman zaman ben de benzer refleksleri gösteriyorum elbette. Kimi öykülerimde gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz olayları (Öykü ile ilgili böyle bir tanım vardı sanki. Yanılıyor muyum?) anlatmıyor olsam da gündelik hayatta karşılaştığımız insanların bu tür olaylar karşısında vereceği tepkileri anlatmaya çalışıyorum. Öyküyü bu düzlemlere çekmenin bazı yeni imkanlara kapı aralayacağını umuyorum. Eğer bu yerel bir kanal açma girişi sayılırsa evet, böyle bir girişimden bahsedebiliriz. Ancak bir öncü olduğumu falan söyleyemeyiz tabi ki. Zira görece sayıları az olsa da sözünü ettiğim türden bolca iyi eser de yayımlanmış durumda.

Çağımızın bizi sıkıştırdığı köşede, spekülatif kurgunun hikâyenin işlevinin gerçekleşmesi adına en etkili enstrümanlardan biri olduğunu düşünüyorum.

Sentetiklik ve türün öncü metinleri dediğin için zombi apokalipsini konu alan öykülerin hakkında bir soru sormak istiyorum. Bir Anadolu köyünde geçen zombi apokalipsinin yansımalarını anlatıyorsun öykünde örneğin. Yerel mi? Evet. Ama seçilen sözcük zombi mi? O da evet. O hâlde sen de bu öncü metinlerin yerel bir kopyasını yapmış olmuyor musun? Nasıl açıklarsın bu durumu?

İnşallah olmaz da, oldu diyelim. Bir akşam iş çıkışı bir zombiyle karşılaşsan ne yaparsın? Diyelim ki yakınlarını uyarmak istedin, gördüğün şeyi nasıl tanımlarsın? Bunun gördüğün şeyi kendi gerçekliğinde nereye yerleştirdiğinle bir alakası olması lazım. Öykü kişileri için de bu durum geçerli. Mezarından çıkıp gelen bir ölüyle burun buruna geldiğinde "zombi" değil de "hortlak" diyecek kaç kişi kaldı bilemiyorum. Ben bu ayrımı gözetmeye çalıştım. Zira internet, sosyal medya, izlediğimiz filmler, diziler yokmuş gibi davranmak ne kadar mümkün? Elindeki tablette akşama kadar zombi öldürme oyunu onayan bir çocuğun gördüğü şeye "hortlak" demesi ne kadar mümkünse o kadar. Benim bahsettiğim sentetiklik, adına ne derse desin bir zombiyle karşılaşan yurdum insanının vereceği tepkinin sahiciliğiyle, zombilerle Georgia kırsalında karşılan adamdan ayrışmasıyla alakalı. Yoksa bahsettiğin öncü metinlerden hepimiz öyle ya da böyle etkilendik. Fakat hiç birimiz onlarla, içinden çıktıkları kültürün bir ferdinin kurduğu türden ilişkiler kurmadık. Öyle olsaydı biraz da doğal bir yanı olabilirdi ancak "kendilik" unsurları gözetilmeyince yapay aromayla tatlandırılmış bir şey yemiş gibi oluyoruz.

İş çıkışı zombiyle karşılaşmak dedin de aklıma geldi. Bana söylediğin bir cümle vardı: "Olur da bir zombi apokalipsine denk gelirsek ve zombi olursam öldürmeyin beni, belki ilaç milaç bulunur." Zombi meselesiyle niye bu kadar ilgilendik ki biz? Seni bu konuya çeken nedir mesela?

Tüketim toplumunun köleleştirdiği, suni ihtiyaçlar ve yönlendirilmiş güdülerle düşünme yetisi elinden alınmış çağımız insanının resmedilişi falan diye söze girebilirdim belki ama hiç hevesim yok. Zaten benim için meselenin özü de bu değil. Zombilere ilgim filmler, diziler ya da oyunlar vesilesiyle bu kadar sık karşımıza çıkmalarından çok öncesine dayanıyor. Sanırım zombilerden ziyade sebep oldukları post-apokaliptik dünya ilgimi çekiyor. Böyle zorlayıcı koşulların insana yani hayatta kalanlara dair daha gerçek, sert ve çarpıcı bir şeyleri ortaya çıkarmasıyla alakası olabilir. İnsanın kimi sınırlara bu derece yaklaştığı hikâyeleri başka türlü anlatmak da mümkün. Fakat anlatının öykü kişilerinin içsel uzamlarına doğru serildiği; -o hepimizin tanıdığı- yaralı, entelektüel ve kendi kendini yabancılaştırmış, tüm meselesi kendisiyle ilgili olan adamın zihninde gezindiğimiz öykülerden ziyade tahkiyeye yaslanmış, gerilimin hikâyenin gerçekliğindeki kurgu elemanlarıyla arttığı metinleri daha çekici buluyorum. Birini diğerinden üstün gördüğüm için değil. Okur ya da yazar olarak bu hikâyelerle daha güçlü bir ilişki kurabildiğim, içinde zombiler bile olsa daha sahici bulduğum için.

Aslında her öykün bilimkurgu türünde de değil. Hatta kitap iki bölümden oluşuyor diyebiliriz? Son dört öyküyü bilimkurgu türüne dahil edebiliriz ama ilk beş; fantastik, büyülü gerçekçi ve hatta gerçekçi öyküler. Ben bu çeşitlilik hâlini çok seviyorum, okuru zinde tutan bir yanı var bana kalırsa. Kimileriyse kitabın bütünlüklü bir yapıda olması gerektiğini savunuyor. Senin görüşlerin nelerdir bu konuda?

Aslında bunu belirttiğin iyi oldu. Ne yalan söyleyeyim, astronomi ile girdik, zombi ile devam ettik. Sohbet belli bir alana hapsolmuş gibi hissedecektim az daha. Öncelikle bütünlüğü hangi değişkenlerle ilişkilendirdiğimizin kitaba nasıl bakacağımızı doğrudan etkileyeceğini belirtmem gerek. Sözünü ettiğin türden bir çeşitlilik olduğu inkar edilemez hatta tıpkı senin gibi ben de (okur olarak) bunu bir zenginlik olarak görüyorum. Diğer yandan öykülerin tamamında bir üslup bütünlüğü olduğu kanaatindeyim. Üsluptan kastım salt söz dizimi tercihleri değil elbette. Daha ziyade meseleleri duyma, görme, anlama, gösterme biçimi. Esas olanın hikâye olduğuna inanıyorum. (Burada, hatta söyleşinin tamamında hikâye derken edebi bir form olarak öyküden bahsetmediğimi biliyorsun.)

Farkında olsak da olmasak da bir özne olarak kendi içimizde daha derinlerde bir yere çekildiğimiz andan itibaren dünyanın geri kalanını bu içsel uzama doldurduğumuz hikâyelerle, dışsal unsurlarla tanımlıyoruz. Kendimizi bile. Çünkü böyle yaratılmışız. Hikâyelerle düşünüyor, hikâyelerle var oluyoruz. Dolayısıyla kitabın, -öykünün imkânları dahilinde- tahkiye açısından belli bir bütünlüğe sahip olduğunu düşünüyorum. Umuyorum en azından. Hoş, hemen her yazar için bu türden bir üslup bütünlüğünden bahsetmek de mümkün. Fakat senin altını çizdiğin çeşitliliğin, okurun metinle kurduğu ilişkiyi daha dinamik hale getiren bir yanı olduğu da kesin. Ne var ki, başka türlü düşünenleri de haksız bulmuyorum. Tıpkı benim tercihimin faydasının yanında bir tereddüt ve kopuş doğurma riski olabileceği gibi tematik bir bütünlük için de okuru belli bir duygu durumu ve bakış açısında tutabilmesinin yanında anlatının sesinin muhatabını uyuşturacak şekilde aynılaşması tehlikesi var.

Eyvallah abi, güzel sohbet oldu. Aslında devam etsek epey daha sürer bu muhabbet fakat dergi hacmi malum. Post Öykü geleneği hâline gelmiş o soruyla tamamlayalım söyleşiyi. Okurlarımıza kıyıda köşede kalmış bir kitap, bir dizi-film ve bir bilgisayar oyunu önerebilir misin?

Teşekkür ederim Sami, ben de çok keyif aldım. Dürüst olmak gerekirse birilerine bir şeyler önermek konusu beni hep tedirgin etmiştir. Belki abartıyorum ama bu tür önerilerin büyük bir iddia taşıdığını düşünüyorum zaman zaman. İşte o bildiğimiz okuma listeleri vs. Faydasız değiller elbette ama benim için fazla iddialı. İlle adet yerini bulacaksa son aylarda okuyup Rus Tazısı'nı önermiş olayım. Borges'i sevdiyseniz Paviç'i çok seversiniz. Tekrar teşekkürler, selamlar.