Akdeniz’in büyük adası Girit, çok katmanlı mirasıyla yeniden keşfediliyor

Girit
Girit

Akdeniz sadece en büyük iç deniz değil, aynı zamanda en derin iç denizmiş. Yetmedi, dünyada bu denli karalara sokula çekile yayılmış başka deniz de yokmuş. Zaten, Batı dillerindeki “mediterranean” ismi de buradan geliyormuş, karalar arasındaki deniz manasına da bürünüyormuş böylece. Eski dilde “bahr-i sefid” diye anılması da tuzunun çıkardığı köpükle ilgili olmalı. Sonuçta beyaz bütün renklerin anasıdır ve uygarlıkların da onun çevresinden doğduğu hatırda tutulursa çok daha dipte zengin anlam çağrışımlarına bürünür.

Bugün Girit, Yunanistan’ın bir parçası olsa da barındırdığı çeşitlilik onu yeniden ve farklı gözlerle okumayı gerektirir.
Bugün Girit, Yunanistan’ın bir parçası olsa da barındırdığı çeşitlilik onu yeniden ve farklı gözlerle okumayı gerektirir.

Ege Denizi’ndeki parçalı ve kopuk ada kümeciklerinin aksine Akdeniz koynunda; Rodos, Girit, Malta, Kıbrıs ve Sicilya gibi büyük adaları barındırır. Aslında bu büyük adaların her biri kendi hükmünde birer ülkedirler ve Girit 4000 yıl geriye giden kültürel geçmişiyle hayli iddialıdır. Bu, Borges’in gözünden de kaçmamıştır. Bir konuşmasında “Giritlilerin Yunanlılardan yakındıklarını ve onlar biraz altta gördüklerini” dile getirir. 8259 kilometre kara büyüklük 15 kilometre genişlik ve 260 kilometreyi bulan uzunluk belki Akdeniz’in 2,5 milyon kilometre kare büyüklüğü ve 3800 kilometre uzunluğu içinde bir yüzdeki bene ancak karşılık gelir fakat az güzellik sayılmaz. Krte, Creta, Akritiş, İkritiyye gibi nice isimlendirmeye bakacak olursak pek çok ulus ve uygarlığın gönlünün buraya düştüğü kabul edilir. Bugün Girit, Yunanistan’ın bir parçası olsa da barındırdığı çeşitlilik onu yeniden ve farklı gözlerle okumayı gerektirir.

Her şeyden önce Hanya’da bir Mevlevihane’nin kurulmuş olması bize bir fikir verir. Mevlevilik bir şehirli tarikat olarak kendi neşvesini uzunca süre yeşertmiştir Girit’te. Akdenizlilik biraz da Giritli olmakla özdeşleştirilmiştir bizde. Yemeklerden tutun sağlıklı yaşamaya, sanat zevkinden kadın güzelliğine değin bir dizi saçaklanmadır bu. Kurucusu Minos’tan bu yana Girit; Akkalar, Dorlar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Venedikliler ve Osmanlılardan kalan izlerin taşıyıcısı oldu.

Divan şiiri yanında son dönem Osmanlı şirine de yansıdığı unutulmamalıdır Girit’in. İstanbul’a özenircesine şöyle demiştir Giritli divan şairi A. Raşit Efendi:

En ufak bir taşını bin yere tercih eylemem

Bi-baha gevherlerin kan-ı kühanıdır Girid

(Girit’in en ufacık taşını bin yere değişmem, o öyle paha biçilmez nice cevherin yatağıdır Girit)

Bugün Girit, Yunanistan’ın bir parçası olsa da barındırdığı çeşitlilik onu yeniden ve farklı gözlerle okumayı gerektirir.
Bugün Girit, Yunanistan’ın bir parçası olsa da barındırdığı çeşitlilik onu yeniden ve farklı gözlerle okumayı gerektirir.

Bugün Girit’e gitmek Hanya ve Kandiye şehirlerini gezmek demektir fakat Akdeniz’in burada bıraktığı tuzun tadı belki en çok havaya sinmiştir. Ayanikola ziyaretinden başlayarak İspirlongo Kalesi’ne çıkılabilir. Bu kalenin yüzeyi, çok gün görmüş bilge kişilerin yüzlerindeki derin kırışıklıklara benzer. Kandiye Arkeoloji Müzesi’ne uğradığınızda, Borges’in dile getirdiği medeniyet savunusu bir kez daha gözde canlanır. Balos Lagünü, Samiriye Geçiti, Knossos Sarayı ve buradaki labirent sürprizi çarpıcı gelebilir. Fakat Girit bütün bunların ötesinde, Akdeniz’in uçsuz bucaksız göğsünde, sanki ölmüş bir dille hep yazılmayı bekleyen şiir gibidir. Karalararası, deniz köpürdüğü her kıyıda insanın hikâyesini de yeniler.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.