Aksaray'da üç nokta

Aksaray, Aksaray ilinin merkez ilçesi ile aynı ada sahip şehirdir.
Aksaray, Aksaray ilinin merkez ilçesi ile aynı ada sahip şehirdir.

Aksaray’a gittiğinizde, eğer bir tanıdığınız veya arkadaşınız varsa, sizi ilk Aksaray Ulu Camii’ne, ondan sonra da Somuncu Baba Türbesi’ne götürecektir. Veya şöyle: Eğer Aksaray merkezde tek başına yürümek isterseniz -ki mutlaka yapmalısınız bunu- yolunuz mutlaka Ulu Camii’ye çıkar. Camiyi uzaktan izlemelisiniz, sonra mutlaka içine girip, Konya, Sivas ve Kayseri’de birçok örneğine rastlayacağınız bu Selçuklu yapısına hayran olabilirsiniz.

Birçok şehirde olduğu gibi (mesela Kahramanmaraş’ta) Aksaray’da da bu merkez cami beylikler döneminde âdeta yeniden inşa edilircesine tamir ve genişletme çalışmalarından geçmiş. Aksaray Ulu Camii bu yüzden Karamanoğlu Mehmed Bey Camii olarak da bilinir.

Aksaray’ın çarşılarını, sokak aralarını, dükkânlarını dolaşın. Kendinizi bir çember içinde dönüyor sanmaktan alamayacaksınız. Sonra bu çemberin merkezine doğru tekrar gelirsiniz. Yine Ulu Camii’desiniz. Tekrar tekrar bu şekilde yürüyebilir, her defasında farklı yerlerden geçtiğinizi düşünebilirsiniz. Tabii bir de meydan vardır. Oradan da geçmemek elde değil. Geçildiğindeyse, günümüzde valilik binası olarak kullanılan tarihi taş yapılar, ayrı bir seyir ziyafetidir.

Geliyoruz Somuncu Baba Türbesine… Somuncu Baba’nın Aksaray’da ne işi var diye sorduğumda arkadaşıma, yüzüme garip garip bakmıştı. Bu ne cahilliktir demek istiyordu galiba. Somuncu Baba uzun süre Aksaray’da yaşamış, ilim ve irşat çalışmaları yapmış ve burada vefat etmiş. Türbenin çevresinde cami de var. Benim en çok dikkatimi çekense, Somuncu Baba’nın çilehanesi oluyor. Birkaç basamak taş merdivenle iniliyor çilehaneye. O an Maraş’taki Hatuniye Camii geliyor aklıma. Orada da çilehane ve türbe, toprak seviyesinin altındadır. Bilindiği üzere bu gelenek Hoca Ahmet Yesevi’den gelir. Onun 63 yaşına gelince, toprak seviyesinin altında (bir nevi mezar) çilehane yaptırıp, geri kalan ömrünü burada geçirmesi… Neden 63 yaşına gelince böyle yapıyor? Çünkü Peygamber Efendimiz 63 yaşında vefat etmiştir.

63 yaşından sonra Peygamberimiz güneşi görmedi diyerek Hoca Ahmet Yesevi de, bu şekilde davranmış; dolayısıyla bir tarikat geleceği başlatmıştır. Yeseviliğe bağlı tarikatların hemen hepsinde çilehane bu şekilde toprak seviyesinin altındadır. Somuncu Baba’nın çilehanesi de toprak seviyesinin altında ve küçüktür. Çilehanede oturup, biraz düşünmek iyi geliyor. Bu güneş almayan mekân, âdeta insana hayatın farklı bir boyutunu daha gösteriyor.

Ulu Camii.
Ulu Camii.

Aksaray merkezde tabii ki daha ziyaret edilip, görülmesi gereken çok mekân var. Fakat ben daha çok Nevşehir gezisi esnasında duyduğum Ihlara Vadisi’ni merak ediyordum. Hemen belirtelim, bu tarihi noktalara gitmeden önce mutlaka Müzekart tedarik edilmeli. Yoksa her kapının önünde neden öyle olduğu anlaşılmayan farklı giriş ücretleri ödemek zorunda kalınır. Ki Ihlara Vadisi’ne giderken zaten birçok yeraltı şehri, kilise tabelası görülür. Bunların hepsini de göreyim derseniz zaten bir gün yetmez. Ihlara Vadisi’ne ulaşmadan göreceğiniz Selime Katedrali zaten eğer daha önce Nevşehir’deki mağara kiliseleri görmemişseniz, sizi şaşkına uğratmaya yetecektir. İnsan neden böyle bir dağın içine, katedral yapar, burada yaşar, ibadet eder, talebe yetiştirir, anlamak mümkün değildir. Bu şaşkınlık Ihlara Vadisi’nde birkaç katına çıkıyor. Zira vadiye yüzlerce merdiven basamağını inerek ulaşıyorsunuz. Bir de bu basamakların çıkışı var tabi.

Ihlara Vadisi’nin içinden, Melendiz Çayı akıyor. Bana aslında bu kadarı bile yeterdi, buraya hayran kalmak için. Akan suya hayranımdır. Uçsuz bucaksız göl, deniz veya okyanuslardan ziyade bir pınarın şırıltısı, küçük bir çayın kendi hâlinde çeşitli kuş ve böcek seslerine karışan akışı beni daha çok etkilemiştir. Fakat bir de Ihlara’da kalabalık var tabii. Yani vadiyi ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler. İster istemez bunlar da vadi içinde bir insan akışına sebep oluyorlar. O akışa kendinizi kaptırıyorsunuz. Eğer suyun aktığı yöne giderseniz, 14 km. yürüyeceksiniz demektir. Tersi yönüne doğru yürürseniz, küçük kafeterya, büfe yani oturup dinlenmek için yapılan yerlere gelirsiniz. Aralarda küçük yönlendirme tabelaları vardır. Ağaçaltı, Pürenseki, Kokar, Yılanlı, Aziz George (Kırkdamaltı), Sümbüllü kiliselerini gösterir. Kiliseler, vadiye yukarıdan bakayım, hatta vadiye inip, aşağıdan bakayım derseniz, görünmeyecek yerlere yapılmıştır. Bu mağara kiliselerinin temel özelliği zaten budur: dışarıdan bakılınca fark edilmemesi. Tabelalar bu yüzden önemli. Ben gittiğimde vadi kalabalıktan geçilmiyordu. Hangi kiliseye gireyim desem, sıra vardı. Yani kiliseden çıkanlar olmalı ki girenler olsun. Ben biraz da paldır kültür, çok da sıraya falan riayet etmeden, ne var ki burada dercesine birkaç tanesine girip çıktım. Nevşehir’de gördüğüm resim ve boyalamalardan farklıydı sanki buradaki resimler. Bunlar Bizans tipi olarak nitelendiriliyor.

Evliya Çelebi Aksaray’ı nasıl tarif ediyordu: “(…) ismiyle müsemma bir şehr-i ra’nâdır.” Kesinlikle öyledir. Evliya Çelebi’ye Aksaray merkezi ve Ihlara Vadisi’ni gördüğümde bile katılmıştım. Ki daha saymakla bitmeyecek kadar ziyaret yeri vardır.