Baharın yeniden doğuşunu anlatan üç film umutlu hikâyeler sunuyor

Bahar
Bahar

Bahar; doğanın uyanışı, ruhun hafiflemesi, hayatın yeniden yazılmaya başlandığı mevsim. Tomurcuklanan ağaçlar, serin bir rüzgârla savrulan çiçek kokuları ve toprağın derinlerinden gelen canlılık sesi... Ama bahar yalnızca tabiatın değil, insanın da iç dünyasında başlar. Zira her ruh, geçirdiği kışlardan sonra yeniden yeşermek ister. Bahar, içimizde kalan tortuları süpürürken; umut, dönüşüm ve yeniden doğuş gibi temaları da beraberinde getirir. Doğa gibi, insanlar da her baharda kendilerine yeni bir hikâye yazma cesareti bulurlar. İster doğuda bir gölün üstü ister güneyin masalsı kırsalı ister Balkanların hüzünlü köyleri… Bahar, her yerde aynı şeyi fısıldar: Her şey yeniden başlayabilir. İşte bu yeniden doğuş halini, zamanın döngüsünde ve masalların büyüsünde saklayan üç filme kulak veriyoruz bu kez. Hem hazır bahar gelmişken, biraz umut izlemeyelim mi?

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... ve İlkbahar (Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring)

Kim Ki-duk’un yönettiği bu şiirsel yapım, doğanın döngüsüyle insanın ruhsal yolculuğunu iç içe geçiriyor. Filmde, mevsimlerin değişimi yalnızca zamanın akışını değil, bir insanın yaşam serüvenindeki dönüşümü de temsil ediyor. Bahar, filmde çocuk bir keşişin safiyetini ve keşfin heyecanını temsil ediyor. Gölün ortasındaki yüzen tapınakta geçen bu ilk mevsim, insanın hayata gözlerini açtığı, dünyaya merakla baktığı dönemin metaforu. Bahar burada yalnızca doğanın değil, ruhun da uyanışını simgeliyor. Kimseye zarar vermeyi bilmeyen bir çocuğun ilk hataları, ilk oyunları, ilk sorgulamaları bu taze mevsimde filizleniyor. Baharın kırılgan güzelliği, filmin en saf ve en savunmasız anlarına ev sahipliği yapıyor.

Büyük Balık (Big Fish)

Tim Burton’ın masalsı anlatımıyla perdeye taşıdığı Big Fish (2003), bir oğlun babasının anlattığı efsanevi hikâyelerin peşine düşmesiyle şekillenen bir arayış filmi. Bahar burada hafızanın ve hikâyelerin doğduğu bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Edward Bloom’un gençliğinde karşılaştığı büyülü karakterler, rengârenk çayırlar ve nehir kıyısındaki o pastoral kasaba, baharın sunduğu sonsuz olasılıklara bir övgü gibi. Filmde bahar, anlatılan masalların ruhunu taşıyor: Hayatın sürprizlere açık, umuda gebe ve hayal gücüyle beslenen dönemleri. Edward Bloom’un anlattığı hayat hikâyeleri ne kadar abartılı olursa olsun, içlerinde her zaman bir bahar tazeliği var; çünkü insan, inandığı hikâyelerle kendini yeniden doğurur.

Çingeneler Zamanı (Dom za vešanje)

Emir Kusturica’nın büyülü gerçekçilikle bezediği Çingeneler Zamanı’nda (1988) bahar, neşeyle hüznün iç içe geçtiği o arada bir mevsim gibi. Perhan’ın büyüme hikâyesi; onun annesizliği, aşkı, ihaneti ve kendi kimliğini bulma çabasıyla örülmüş. Filmde bahar, Çingene yaşamının renkli, hareketli ve biraz da kaotik yapısıyla özdeşleşiyor. Baharın geçici ve tutkulu doğası, Perhan’ın hayatında belirip kaybolan duygularla aynı ritimde. Filmin görüntü dili, kuş cıvıltıları ve yemyeşil doğasıyla seyirciyi zaman zaman büyülerken; alt metinlerde çocuk yaşta büyümenin, umudun ve hayal kırıklığının karmaşık birlikteliğini hissettirir. Bahar, burada yalnızca doğaya değil, insana da kısa bir süreliğine uğrayan bir misafir gibidir: Ruhu sarar, sonra çekilir.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.