Bir şehri tanımaya nereden başlanır?

Bir tek kelime bilmeden bile bir kalbi kazanmak mümkün.
Bir tek kelime bilmeden bile bir kalbi kazanmak mümkün.

Seneler önceydi. Bir Anadolu şehrinde ilkdefa bulunuyorduk. Bir yazar grubuyla. Çevremdekiarkadaşlara şehri gezmeyi önermiştim.Arkadaşlardan biri, teklifime ilgisizkalmıştı. Modernitenin bütün şehirleri birbirinebenzettiğini söylemişti. Bütün şehirler,şehirlerin ana caddeleri, büyük binaları aşağıyukarı aynıydı. "Gitsek gitsek nereye gidebiliriz?" gibi bir ilgisizlik ve ümitsizlik içindeydi.

Sadece şehirleri mi birbirine benzetmişti modernite? 2015’ten itibaren defalarca Avrupa gezilerine katıldım. Adım adım gezdim birçok bölgeyi. Zaman zaman otobüsle çok uzun mesafeleri dolaştık. O vakit şunu anladım. Kırsal da modernitenin zulmüne uğramış. Kırsalda da her yer, bilgisayar oyunundan çıkmış gibi dümdüz. Örneğin makineli tarım uygulamaları, bütün tarlaları birbirinin aynısı yapmış. Ürünlerin balyalama biçimleri bile aynı.

Peki ne yapacağız? Teslim mi olacağız? Hayır elbette. Mesele bu kadar basit değil. İlk bakışta birbirinin aynı gibi gözüken şehirler, giderek ve yavaş yavaş açar kendini. Adım adım. Sokak sokak. Bina bina. İnsan insan.

Dünyayı gezmeye ve adımlarımızla Allah’ın arzını mühürlemeye devam etmeliyiz.
Dünyayı gezmeye ve adımlarımızla Allah’ın arzını mühürlemeye devam etmeliyiz.

Tiran’da dolaşırken bir taksicinin bana el salladığını görmüştüm. Düşünün! Tiran’a hayatım boyunca sadece bir defa gittim. Bir taksici ile ertesi sabah beni havaalanına götürmesi için sözleştik. Bu konuşmadan sonra ben şehri gezmeye çıktım ve bir yerde onunla yeniden karşılaştım. Sanki kırk senelik dostuydum onun.

Umutsuz değilim. Karamsar değilim. Modernite bizi zaman zaman köşeye sıkıştırıyor. Bu doğru. Şehirleri birbirine benzetiyor. Gizemli, büyülü köşeleri ışıklı ve janjanlı vitrinlere dönüştürüyor. Dokunduğu her şeyin "ışığını", maneviyatını söndürüyor. Bunların hepsine tamam. Ama insan varsa ve kalplerimiz atıyorsa, bu dünyada yapabileceğimiz çok şey var demektir.

Modernitenin ayartmalarının da bir sonu olacak. Beton da çözülecek ve içinden yeniden yeşil ve mavi fışkıracak. Savaşı bırakıp gidemeyiz. Dünyayı gezmeye ve adımlarımızla Allah’ın arzını mühürlemeye devam etmeliyiz.

"Dünyayı gezmek" denince modern hayat bu alanı da kapatmış.Acentalar hazır. Rehberler hazır. Nereleri gezeceğimizi bırakın, nasıl gezeceğimize bile karar verilmiş. Hangi köşeden şehir daha iyi görünür, bunu bile size gösteren kendinden emin, mağrur rehberler var. Ama ben daima benden gizlenenin peşine takılıyorum. Elime bir şehir haritası alıyor ve kendimi bilmediğim sokaklara atıyorum. Öngörülmemiş, fark edilmemiş, "tecime elverişsiz" bulunmuş her sokağa giriyorum.

Şehri gezmek demek, pazardaki iki büklüm satıcının tebessümüne ortak olmak demek.
Şehri gezmek demek, pazardaki iki büklüm satıcının tebessümüne ortak olmak demek.

Elimden geldiğince, bir insana, bir simaya, bir kalbe dokunmaya çalışıyorum gezilerimde. Şehri gezmek demek, pazardaki iki büklüm satıcının tebessümüne ortak olmak demek. Almanya’da porselen tabak satan bir yaşlı kadının beni güldürmeye çalışmasını hâlâ unutmuş değilim. Bir tek kelime bilmeden bile bir kalbi kazanmak mümkün. Bunu gördüm. En iyisi insanlara sığınmak. İtalya’nın Verona şehrinde bize kenti gezdiren yerel rehberle neden ömür boyu arkadaş olmadığıma o kadar çok hayıflandım ki…

İtalyan, Hollandalı, Arap, Çingene, İngiliz, Yunan… Hiçbir şey fark etmiyor. Hepsi insan. Daima gidecek bir yerimiz var. Daima çalacak bir kapımız var. Bir insana dokunmadan ama binlerce magnete dokunarak gezilerini tamamlayan insan kardeşlerim… Sizin için, ne kadar üzgünüm, bilseniz…