Bir şehri tanımaya nereden başlanır?

Bir şehri çocuklarından tanımaya başlar insan. Çocuk elini ayağını çekiverdi mi şehirden, şehir de insandan elini ayağını çeker.
Bir şehri çocuklarından tanımaya başlar insan. Çocuk elini ayağını çekiverdi mi şehirden, şehir de insandan elini ayağını çeker.

Bir şehri şairlerinden tanımaya başlar insan. Şairgirdi mi bir şehre, eskisi gibi değildir artık hiçbirşey. Şehir de çekinir, şehirdeki insanlar da çekinirondan. Ne yolu eski yoldur artık o girince ne kaldırımları aynıdır ne de çarşısı pazarı. Şair girdi mi şehre musalla taşına kadar tedirginlikle bekler şehir. Çünkü o en güzel bilendir şehri.

Sokak sokak, ışık ışık, insan insan alır ve yoğurarak anlatır şehri şehre, insanı insana. Şair girdi mi şehre hazırola geçer her şey. Işıltısına kanmaz o aydınlıkların. Bilir ki her yer ışıl ışıl olsa da insanın içi karanlıksa her şey kötüdür ve insan karanlıkta kaldıkça her şey kötü olmaya devam edecektir. Çünkü şair bilir; “Geyikli Gece” , neon lambalarının gecesinden daha aydınlık ve daha uludur.

"Asır yirminci asırdır, amenna Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi Uzaklar daha uzaklaşır Bir define çıkarır gibi kayalardan, Âdem’den beri Sımsıcak sevgilere muhtacım.”

Bir şehri çocuklarından tanımaya başlar insan. Çocuk elini ayağını çekiverdi mi şehirden, şehir de insandan elini ayağını çeker. Çocukların sesleri kısıldı mıydı şehirde, insanın da sesi kısılıverir. Çocuk yaşamdır çünkü. Gürül gürül bir yaşam onlarla beraber akar insanın yanından. Çocuklarla nefes alır bir şehir. Onların nefes aldığı bir göğün altında hiçbir şey zor gelmez insana.

Dön ve bir bak şehrine. Çocuk sesi duyuyor musun? Gülen, ağlayan, bağıran, kızan, neşelenen, coşan çocukların sesi değiyor mu içine? Bu şehirler, çocuklarımızın seslerini aldılar elimizden. Bize savaşacak bir sebep bırakmadılar güzellik ve iyilik için.

“yüzüme bak ve rahmini bana doğru tekrarla ben öyle bilirim ki yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır”

Bir şehri evlerinden tanımaya başlar insan. Sabah uyandığında gözünü açtığı, akşam uyurken gözünü kapattığı yerden tanır. İşinden, okulundan koşa koşa sığındığı yerden tanır. İnsanın en küçük şehridir ev çünkü. Çünkü insan en çok evinde gerçektir. Her şeyden kaçabilir insan; işinden kaçar, amirinden kaçar, patronundan, arkadaşlarından, sokaktaki insanlardan kaçar ama evinden kaçamaz. Evden kaçılmaz, eve sığınılır. Orası ne kadar ferahsa şehri de o kadar güzeldir insanın.

  • “büyük şehirlere bağlanma mehmed’im öyle bir şehre yerleş ki küçük fakat bizim olsun sokaklarında tanımadığın yüz ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın”

Dört farklı şehirde ömrümü dörde bölmüş biri olarak söyleyebilirim ki “benim şehrim” diyebileceğim bir şehir yok. İnsanın yurtsuzluğuna inanıyorum. Belki de kendi yurtsuzluğuma. O gurbet hissi hiç gitmiyor içimden. Doğduğum şehirde de, doyduğum şehirlerde de gitmiyor. Nereye gitsem kendimi oraya ait hissetmiyorum. “Bilmem insan nerenin yerlisidir” yahut “yerimi yadırgadım / yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka.” Ben nerenin yerlisiyim bilmiyorum. Belki kendimin yerlisi olduğumda bir yere sahip olacağım.

  • Bir şehri kendinden tanımaya başlar insan.