British Accent ile başlayan Oxford yolculuğu bu kez hangi duyguları ortaya çıkardı?

Londra-Oxford hattı
Londra-Oxford hattı

Bir dönem Fransızcanın melodisini övmek modaydı: “Çok romantik bir dil!” veya “Aşkın dili.” gibi. Son dönemde ise hep Farsça övüldü: “Şiir gibi dil abi!!!” veya “Biri Farsça konuşsun, şiir dinliyormuş gibi sabaha kadar dinlerim.” gibi. Bu moda da geçtiyse ve yeni bir dil övmeye ihtiyacımız varsa önerimiz: British Accent İngilizce.

Oxford trenleri Londra’daki Paddington İstasyonu’ndan kalkar; Paddington, St Pancras İstasyonu kadar ihtişamlı değildir.
Oxford trenleri Londra’daki Paddington İstasyonu’ndan kalkar; Paddington, St Pancras İstasyonu kadar ihtişamlı değildir.

Oxford trenleri Londra’daki Paddington İstasyonu’ndan kalkar. Paddington, St Pancras İstasyonu kadar ihtişamlı değildir. Mimari yapı, Hogwarts gibi bir dünyaya götürüyormuş hissi vermeyebilir. Ancak, görme yetisi genelde duyma yetisinden üstün olsa da, British Accent ile Oxford treninin anons edilmesi tüm gerçekliği büyülü bir sahneye dönüştürmeye yeter. Puslu hava bu dönüşüme dünden hazırdır.

Trene bindiğimizde karşımıza oturan kız öğrenci kazak örüyordu ama neredeyse her ilmekte önündeki kâğıda bakıyordu. Nasıl yapıldığına dair tam bir fikrimiz olmasa da annelerimizden ve anneannelerimizden bildiğimiz kadarıyla bu kâğıda bakılarak yapılan bir iş değil. Bir şekilde kâğıtta ne olduğunu gördük. Ayrıntılı bir logaritmik cetvel vardı ve kazak bu cetvele göre örülüyordu. İşte bir Oxfordluya da bu yakışır. Hem geleneklerini koruyor hem de yüksek matematikten yararlanıyor.

Trenden indikten sonra sinir bozucu bir güzellik bizi karşılıyor. Güzellik karşısında bazı hoş duygulara kapılmak evrensel olsa da herkesin aynı duyguları hissedeceğini pek söyleyemeyiz. Daha önce hiç Oxford görmemiş bir İstanbul sakini, bu görkemli güzelliğe hayran kalacaktır ancak bu hayranlığın hemen ardından yahut eş zamanlı bir şekilde haset duygusu da gelecektir.

Oxford, kendiyle yüzleşme cesareti olan Doğulu bir turistte dönüştürücü bir etki yaratır.
Oxford, kendiyle yüzleşme cesareti olan Doğulu bir turistte dönüştürücü bir etki yaratır.

Yalın gerçeklik tam da bu an çarpar. Şimdi psikolojik bir retrospektif yapalım. İstanbul sakini, doğrudan Oxford’a gitmiş değil. Uçakla Londra’ya indi. Vize almış ama az da olsa kapıda geri çevrilme ihtimali var. Sırada beklerken safkan İngiliz değil de Hint (görünümlü) bir polise ve hatta mümkünse bir Türk polise denk gelmek için dua etti. Londra’da bir hafta gezdi ama sadece şikâyet etti: “Şehirde bir tane İngiliz kalmamış… Her yer Afgan… Hintlilerden bahsetmiyorum bile…” Doğduğu yerden daha önce hiç çıkmamış, hakaret dolu bir başvuru formunu imzalayarak zar zor vize almış bir Doğulu’nun yedi göbek Batılı aristokratmış gibi hüküm vermesi fazla iddialı elbette ama bunun dürtüsel bir tepki olduğundan eminiz. Bir hafta boyunca Londra’nın görkem ve güzelliğine içten içe hayranlık duydu ama duygularını tam dile getirecekken her seferinde “ne idüğü belirsiz” tipleri diline doladı. Olduğum ve olmak istediğim tüm kişilikler karşımda.

Doğulu doğdum, Batılı büyüdüm. Hayatım boyunca filmlerde gördüğüm şehri göreceğim beklentisiyle Londra’ya gittim ama orada sadece başka Doğulularla karşılaştım ve onları aşağıladım, doğma büyüme Londralı bir Batılıymışım gibi. Doğunun en batısında olduğum için buna hakkım olduğuna inandım ve kendimi rahatlattım...

*

Oxford, anlatılmaz yaşanır. Şehrin ihtişamını birkaç fotoğrafla anlatamayacağım için değil, orada düşük bir Doğuluyla karşılaşmadığım, dolayısıyla onu aşağılayamadığım için. Safkan İngiliz ile ve onun eserleriyle karşı karşıya kalıp haset duygumu engelleyemediğim için.

Ashmolean, Bodleian, bin yıllık sürekli bir kültürel birikim; ne var ki benim veya atalarımın buna hiçbir katkısı yok. Bugüne kadar Afgan’ı ötekileştirip kendimi beyaz İngiliz’in yanında konumlandırmam kendimi kandırmaktan ibaretmiş. Bu şehir huzurunda, pratikte herhangi bir Afgan’dan farkım yok. Benden sadece biraz daha ezik başka bir Doğuluyu öne sürüp kendi ezikliğimi gizlemişim aslında.

Oxford, kendiyle yüzleşme cesareti olan Doğulu bir turistte dönüştürücü bir etki yaratır. Kendi kültürüne mensup birine patolojik bir tiksinti duymaktan vazgeçirir. Havası sizi rahatsız etse de ruhunuzu büyük bir hastalıktan kurtarır.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.