Bünyamin K.: Resim yapmak, şiir yazmanın ipucudur

4 Ocak 1971, Kahramanmaraş doğumlu olan Bünyamin K., şair ve ressamdır.
4 Ocak 1971, Kahramanmaraş doğumlu olan Bünyamin K., şair ve ressamdır.

Ressam ve şair Bünyamin K. ile bir durumu ya da olayısanatçının bu iki sanat türünden hangisiyle ifade edebileceğinedair duyduğu kararsızlığı, resim ve şiirin birbirinietkileyip etkilemediğini konuştuk.

İsmet Özel, sanat dalları arasında şiiri seçmesinin nedenlerinden birini maliyetsiz bir tür olmasına bağlar ve biliyorsunuz ki buna bir de ek yapar; "resim yapmak boya ve türlü maliyetler gerektirir" diye. Şair ve ressam Bünyamin K. bu iki sanat türünü de icra ediyor. Neden ve nasıl oldu bu?

Resim yeteneğimi fark ettiğimde henüz ilkokul öğrencisiydim. Yaşıtlarıma göre daha iyi resim çizdiğimi hissettikçe çizimleri de çoğaltmaya başlamıştım. Resim yapmayı o zamanlardan sonra hep sürdürdüm. Bu benim iyi bir farklılığımdı ve ilgi de görüyordu. Seksenlerde ve öncesinde de yoksulluklar her eve tebelleşti. Ki İsmet Özel’in değindiği gibi maliyetli bir iştir resim. Alet işler el övünür sözü sanatın birçok dalında da doğruluğunu göstermektedir. Kâğıdınız Avrupa’nın en iyi kâğıtçılarından gelmelidir. Yüzde yüz pamuk olmalıdır.

Asıl adı Bünyamin Küçükkürtül’dür.
Asıl adı Bünyamin Küçükkürtül’dür.

İyi kağıt çok para…

Evet, bir tabaka suluboya kâğıdına ödeyeceğiniz parayla otuz civarında ekmek alırsınız. Bir fırçaya ödeyeceğiniz para ise bunun 5-6 katıdır. Bir boya takımını yarım asgari ücret maaşıyla alırsınız ve bu malzemeler çabuk biter. Ve kem aletle kemalat olmaz düsturu hep geçerlidir. Şiir için ise bir kurşun kalem bir cep defteri, yüz gram çay veya yürüyecek yollar yeterlidir. Resimde doğal yeteneğim vardı ve bunun üstünde durdum. Şiirde ise çok net etkilenmeler yaşadım. Mesela babam şiir yazardı. Yirmili yaşlardan kalma günlüklerini okurduk. Deri kaplı şiir defterleri ele avuca sığacak türdendi ve yazdığı her şiirin yazılma serüvenini bütün ayrıntılarıyla görürdüm. Halk şiiri tarzında yazar ve çoğu zaman da besteler ve söylerdi. Güçlü bir sesi vardı. 14 yaşımda bir defter yaptım kendime. Uğraşımı fark edince babam dikimine ve ciltlenmesine el attı. Şık bir defter önümde duruyordu artık. Kitaplığımızda epeyce şiir kitapları vardı ve kitap okumanın dışında yapacak pek bir iş yoktu. O yıllardan bu güne aralıksız şiir de resim de hayatımda yer aldı. Nedenini her türlü sebebe bağlamak mümkün.

Ama bu nedenlerin içinde biri en önemlisidir hep…

En önemli neden, kendince anlatabilme heyecanı. Kendi söyleme şeklin yahut kendi renk anlayışın, leke ve çizgilerinin bir üsluba ulaşması sonra evrilip başka yollar bulması. Mükemmel bir oyun.

Yine bu iki sanat dalıyla alakalı olarak; bir şeyin resmini yapmak ve bir şeyin şiirini yazmak arasında kaldığınız oluyor mu? Bir buluşu, bir hissi, bir olayı ifade ederken ne ile ifade edeceğinize dair bir kararsızlık yaşıyor musunuz?

Bir konuda yazmak için bir iki dize oluşuyor çoğu zaman. Sonra o dizelerden yola çıkarak her kelimesine ikna olana kadar defterim cebimdedir ve bu hakikaten her hamlesinde ürpererek hareket ettiğin bir şahane oyuna benzemektedir. Resimde de aynı yolu kaybetmeden atak yapıyorum çoğu zaman. Çünkü o da şiir gibi portatif, her havaya uygun bir eylem. Her an ve her yerde yapabilmek mümkün. Suluboyayı seçmemin en önemli sebebi budur. Bazen şiir çalışırken aralar verip aynı hislerle resim yapıyorum. Sonra şiire dönüyorum. Bu tür resimlerde soyutlamalar da yer alıyor. Bazen de çalışmakta olduğum resmin bir yerinde şiir için ipuçları buluyorum.

"Sanatta hiçbir şey, hatta hareket bile tesadüf değildir." diyor Edgar Degas, bu konudaki yorumunuzu merak ediyorum, hem resim de hem de şiirde…

Tesadüf kelimesi ilginç bir kelime. Degas’ın söylemek istediğine kulak verirsek hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Ayrı bir anlamla söyleyecek olursam, özellikle resimde varmak istediğin somut görüntülerin hatta duyguların dışına sürüklendiğin oluyor. Bitirdikten sonra "yapmak istediğim bu değildi" diyebiliyorsun. Nereye geldim ben demek gibi bir şey bu. Sanırım bu müzikte de kısmen böyle. Diğer sanat dallarında ve özellikle şiirde söylemek istediğini söylersin ve bunu tam olarak kelimelerle işlemen mümkün.

Bir eser üretmek için uygun bir mekân tanımınız ya da isteğiniz oluyor mu, sanatçının mekânla kurduğu ilişki bakımından, "hep bir aynılık" istiyor musunuz, yoksa farklı mekânlarda gerekli araçların yanınızda olması yeterli mi?

Resim çalışmak için birçok olumsuz sayılabilecek ortamlar da bana uygun olabiliyor. Şiir için kendinle olmazsan şiir peşinde sürünüp duruyor. Kalabalıklarda ve çeşitli meşgalede şiir yazma sürecini sürdürebiliyorum. Bulunduğum ortamda kesik kesik şiire döndürebiliyor beni şol peri. Şiir için haydi bir şiire başlayayım deyip kolları sıvamak mümkün değil. En azından benim yazma biçimim için böyle bir giriş olamaz. Tamamen kendisi kelime kelime gelip yanıma ilişiyor. Resimde ise çalışma isteğini beklemek zorundayım. Birinin istediği bir konuda resim yapmayı saymazsak, resim çalışmak da ilham beklemeyi gerektiriyor. İlham yahut heyecan. Bu yoksa günlerce haftalarca fırçayı elime alamam. Bazen, yapmak istediğim resim bellidir ama "çalışma vaktim nereden çıkıp gelecekse bir gelse de başlasam" dediğim oluyor. Bu diğer işlere benzemiyor. Yapmak istiyorsun ama o çalışma anını sana belki de göklerden bahşetmeleri gerekiyor. Beklemeden yaptığımda vakit ve malzeme boşa gidiyor. Şimdi başlayabilirim dedirten bir şey var. Belki saatlerce, günlerce çalıştıracak bir esinti. Bu esinti aynı vakitlerde belki 20 dakikada bitirilmiş bir resmi de ayrı bir parantez içinde bahşedebiliyor ve o yirmi dakika, günlerce çalışarak yaptığım resimden daha üstün bir resmi ortaya koymama sebep olabiliyor. O kısacık sürede ortaya çıkan eserde yıllar sonra baktığımda da bilmediğim enfes bir nefesle görüntüden fazlasının üflemiş olduğunu sanıyorum.

Farklı şehirlerde sergileriniz oldu. Türkiye’deki sanat galerilerini, sergileri ve etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz, görünen ve görünmeyen sorunlardan söz etmenizi istesek…

Çizdim, boyadım, bitirdim demekle yetinmeye alıştım. Elli yaşımdayım. Suluboya alanında iyi ustalardan biriyim. Bu hususta tevazu gerekmez. Otuz yıldır en çok yaptığım işlerden biri suluboya fırçası kullanmak. Su içmek kadar çok kullandım diyebilirim. Sanat anlamında geldiğim yer, ulaşmak istediğim yer değil. Yaptığım çalışmalar kıymet bulmadı. Açtığım sergilerin neredeyse tamamı küçük çaplı kaldı. Bu anlamda dikkate değer bir iki sergim odu. Sanat hayatım boyunca daim olsun diyebileceğim birkaç kişiden biridir Mehmet Lütfi Şen. Onun küratörlüğünde ilgi gören, kıymet verilen bir sergim oldu. Bulunduğum çevrede sanatın hiçbir öğesine inanılmıyor. Belediyelerin basit sergi salonlarında bile resimlerimi sergilemek için belediye memurlarının insafını kapılarda çok beklediğim, geri çevrildiğim oldu. 6 yıldır Üsküdar’da yaşıyorum. Herkesin ulaşabileceği bir yerde atölyem var. Burada Belediye salonlarında sergi açmak için hatırı sayılır kişiler de yardımcı oldu fakat bir türlü nasip olmadı. Mesela Nevmekan’da sergi açmak için kimleri tanımam gerekiyor bilmiyorum. Kendi belirledikleri ressamlara yer veriyorlar ve ben o listede yer alamıyorum. Üsküdar’da kaç tane ressam var ve kaç tane resim atölyesinde emek veren var? Üsküdar’da açamayacağım sergiyi nerede açabilirim?

Yayınlanmış 6 şiir kitabı bulunmaktadır.
Yayınlanmış 6 şiir kitabı bulunmaktadır.

Atölyemde çalışıyorum. Birikiyor çalışmalar. Kıymet verilmediğinde fenerin fitili köreliyor. Buna dikkat etmeliyim. Özel galerilerin prestijli olanlarına bir dünya görüşüm olması onları bağlıyor. Siyasetle hiçbir alakam yoktur ama her şekilde kategorize ediliyorsun. O çarşılarda, o büyük sanat galerilerinde yer bulmak için de sanırım bitirim olmak hatta yılışık olmak gerekiyor.

"Anlatılan ne varsa hepsi eksik kalacak" dizesini alıp burada sormuş bulunsam size, bize ne söylersiniz? Anlatılmak istenen şeyin tam olarak düşünüldüğü gibi anlatılamaması ya da bir şeylerin hep eksik kaldığına dair bir his midir sanatçıyı motive eden?

Söylenecek sözü iyice ölçüp biçerek söylemiştir aslında. Kelimeleri, sesleri yahut boyayı, fırçayı bildiğince kullanmıştır da. Gel gör ki sözün, sesin bittiği yer, görüntünün bittiği yer yok gibi. İnsanoğlu hayatı boyunca söyleyeceklerini söylemek için yaşar. Bitti dediğinde düşünme de bitmiştir hayatı da. Bu anlamdan baktığımızda eser ölünceye kadar bitmemiş oluyor. Öldüğünde ise bitmemiş sesler, anlatımlarla göçüp gitmiş oluyorsun. Bitirdiğine ikna olup çerçevelediğin ve sergilediğin resim için "bu gördüğünüzün devamı var, olmalı" dememek mümkün mü?

Bundan fazlasını söyleyeceğim diye düşünürsün. İlerlemekte olan zamanın ana parçalarındandır yaptığın yapacağın ne varsa. Bu yolu tamamladım dediğinde ise aslında tamamlamış olmuyorsun. Aksine yolu değiştirmiş oluyorsun.

Arthur Rimbaud 21 yaşında şiiri bıraktığında, bu yolu bitirdim der. Oysa başka yola sapmıştı. Yol önemini kaybetmişti.

Son olarak, o şiirin ya resmin illaki yazılması, yapılması gerekiyor mu?

Sait Faik Abasıyanık mıydı, yazmazsam ölürüm diyen?

Hafızam beni yanıltmıyorsa oydu.

Ölmesen de çarpılırsın belki. Rimbaud çarpılmıştı bence. Müthiş bir hırsa bürünmüştü. Fena bir kumar gibi yaşamıştı geriye kalan hayatını. Bence yazmadığı için erkenden ölmüştü. İnsanüstü bir hırsla yöneldiği işte, bedeninin kaldıramayacağı şekilde iz sürmüş ve yürümekten ölmüştü. Ölüm sebebi durmaksızın yürümekti. Şiir ve resim, özellikle de resim nefeslenme yeridir benim için. Orada dinlenirim. Şiir ise ağrı kesici ilaç, panzehir.

Şiiri yazıp bitirmek iyidir ama yazma uğraşı tatsız ağrılar verebiliyor. Yazdığım şiirleri uzun süre görmemek istediğim oluyor. Resim öyle değil, taze bir çay içmek gibidir her anı. Resimde sadece istediğini yapamamış olmak sancı verir. Tekrar denerken de çay acımış olabilir.