Büşra Kara ile heykel sanatının dönüşümü ve çağdaş üretim üzerine söyleşi

Heykeltıraş Büşra Kara ile heykel sanatının dünü ile bugününü, çağdaş sanat içerisinde heykelin konumunu ve teknoloji karşısında sanatının durumunu konuştuk…
Bir heykelin ortaya çıkışında ilk kıvılcım daha çok hangi alandan gelir: Hafıza, toplumsal gözlem, duygusal bir durum, yoksa düşünsel bir tartışma...
Hepsi. Biri olmadan diğeri olmuyor. Hayat böyle bir şey. Yaşamak da öyle. İçselleştirmek için bile bunlar gerekli. Birbirine bağlı kılcal damarlar gibi düşünün. Benim için o kıvılcım tüm bunları ve fazlasını kapsıyor. Beni ben yapan durumların dışarı yansıması. Kelime olarak ne denir bilemiyorum ama o kıvılcım bir “bütün”. Hafıza geçmişimi, toplumsal gözlem bugünümü, duygusal bir durum ve düşünsel tartışma ise ruhumu işaret ediyor. Anlamın ilk kez görünür olduğu yer…
Peki bu ilk kıvılcımdan sonra süreç ne kadar planlı ne kadar sezgisel ilerler? Üretiminizde “kontrollü rastlantı” dediğiniz bir alan var mı?

O kadar bana sorulması gereken bir soru ki bu. Ben rastlantısal ve doğaçlama ilerlemeyi tercih eden biriyim. Heykel sürecimde sürpriz denemeleri ve sonuçları severim. Tasarım süreci ve heykel hazırlık süreçlerimde her ne kadar planlı olsam da heykeli yaparken kendimi tamamen akışa bırakıyorum. Buna kontrollü rastlantı diyebilir miyiz? Evet, “bazen” diyebiliriz. Ben hayatımın her alanında hislerime çok güvenirim. Heykelde de hislerim ön plandadır. Sezgisellik bağlamında düşününce bu durumun baskın olduğunu söyleyebilirim. Karakterim baskın ve kontrolcüdür. Her ne kadar böyle biri olsam da sanatımda bu tam olarak böyle değil. Metal malzeme seçimim kontrol ve özgürlük alanıyla ilişkili fakat yapım süreci tamamen serbest. Tüm o baskın halim kendini suya bırakıyor gibi. Rahatlıyorum. Sonunu bilmediğim bir yola giriyorum. Ve sonuç her zaman bana ait.
Heykelin mekânla ilişkisi de son derece kritik... Sizin için heykel mi mekânı dönüştürür, yoksa mekân mı heykelin anlamını belirler? Bir eseri mekâna yerleştirirken hangi kriterlere bakarsınız?
Aşamalı olarak her iki taraf da işin içinde. Heykelimi yaparken “Heykel mekânı dönüştürür.” derdim size. Ama o heykel, mekâna yerleştirildiğinde çok farklı bir etki ile karşılaşırsınız. Bu, mekânın heykele kattığı anlam ve dönüştürme gücüdür. Ben, o heykel orada varlığını asıl anlamıyla sürdürebilir mi, kendini olduğu gibi sunabilir mi, izleyiciyle gerçek anlamıyla etkileşime geçebilir mi, buna bakıyorum. Tüm bunların yanı sıra bazen de heykeli mekâna göre yaparız. Kriterlerimiz buna göre değişir ve uyum sağlarız. Heykelin de uyumlanmasını isteriz. Buna göre hareket ederiz. Ama bazen, mekânı bilmeden de o heykeli yapsanız, heykel ve mekân kendi iletişimini kurarak bütünleşebilir. Bu da benim sevdiğim türden sürpriz sonlu bir durum.

Geleneksel heykel anlayışı ile çağdaş sanat arasındaki çizgide kendinizi nereye konumlandırıyorsunuz? Bu çizgi sizin üretim dilinizi nasıl etkiliyor?
Kendimi geleneksel ya da çağdaş bir yere oturtmayı doğru bulmuyorum. Üretim dilim bu iki uç arasında sabit bir noktada durmuyor. Ne anlatmak istiyorsam, o an hangi duygu ve düşünce baskınsa ona göre şekilleniyor. Bazen daha figüratif ve klasik bir çizgide ilerliyorum, bazen daha deneysel, daha çağdaş bir dile ihtiyaç duyuyorum. Malzemeyle kurduğum ilişki de bu değişkenliğin bir parçası. Her işte aynı yaklaşımı tekrar etmek yerine, süreç içinde doğal olarak bir yön buluyorum. Bu yüzden işlerim dönem dönem farklılaşıyor ve ben de bu esnekliği bilinçli olarak koruyorum. Sonuç olarak kendimi kategorilere sıkıştırmak yerine, üretim sürecinin beni yönlendirmesine izin veriyorum. Sanat pratiğim tam olarak bu hareketlilik, bu açık alan üzerinden var oluyor.
Türkiye’de heykel sanatının gelişim çizgisine baktığınızda, hangi kırılma anları sizi besledi ya da etkiledi? Kendi üretiminizde bu tarihsel çizgi nasıl yankılanıyor?

Türkiye’de heykelin zaman içinde sürekli değişmesi ve her dönemde başka bir yönünün öne çıkması beni her zaman besleyen bir şey. Bu kırılmaların hepsi, ister istemez üretimime bir yerden dokunuyor. Özellikle Kuzgun Acar benim için çok özel. Hem malzemeye yaklaşımı hem cesareti hem de kendi yolunu açış biçimi beni gerçekten etkiliyor. Onun işlerinde gördüğüm özgürlük, benim malzemeyle kurduğum ilişkiye de yansıyor. Aynı rahatlık ve sezgisellik bende de karşılık buluyor. Heykelin geçirdiği bu değişimlere bakınca, tek bir yoldan gitmek zorunda olmadığımı hissediyorum. Sanat üretirken de kendimi bir kalıbın içine sokmak istemiyorum. Her işte farklı bir ihtiyaç, farklı bir yön oluşuyor ve ben de o akışa göre ilerliyorum.
Sizce heykelin günümüz sanat ortamında üstlendiği rol nasıl değişti? Dijital estetik ve yeni medya formları heykel düşüncesini dönüştürüyor mu?
Bence heykelin bugünkü rolü eskisine göre daha esnek. Artık sadece belirli bir alanda duran bir iş olmaktan çıkıp, farklı disiplinlerle daha rahat temas eden bir şeye dönüştü. Bu da heykelin hareket alanını genişletiyor. Dijital araçlar ve yeni medya da bu sürece ister istemez etki ediyor. Formu, boşluğu ya da hareketi düşünürken bu yeni dillerin akla gelmesi çok doğal. Ama bunu heykeli dönüştüren bir baskı gibi değil, yanında açılan yeni bir pencere gibi görüyorum. Benim pratiğim hâlâ fiziksel malzemeden besleniyor ama bu değişimi görmek beni de hem besliyor hem de geliştiriyor. Ortam ne kadar çeşitlenirse, heykelin de kendine yeni yollar açması o kadar kolay oluyor.

Son olarak ustalarınız ya da sizi en çok etkileyen heykeltıraşlar kimlerdir? Onların çalışmalarından bugün hâlâ taşınan hangi düşünsel izler sizin üretiminize sirayet ediyor?
Beni en çok etkileyenler Richard Serra, Javier Marín, Kurt Schwitters ve Kuzgun Acar. Hepsi farklı işler yapıyor ama hepsinde malzemeyle kurdukları ilişki çok cesur ve açık, bu beni hep çekiyor. Serra’nın ağırlık ve mekânla oynayışı, Marín’in figüre yaklaşımı, Schwitters’ın malzemeyi özgürce kullanışı ve Acar’ın kendi yolunu açışı. Bunlar işime hep bir şekilde yansıyor. En çok etkileyen şey ise onların kendilerine alan açma biçimi. Ben de üretirken hep o özgürlük hissini bir yol gösterici gibi yanımda taşımaya çalışıyorum.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.