Byung-Chul Han’ın eylemsizlik düşüncesi modern insanın varlık krizini açıklıyor

Eylemsizlik Etiği ya da Vita Contemplativa
Eylemsizlik Etiği ya da Vita Contemplativa

Byung-Chul Han hem Türkiye’de hem de dünyada en çok okunan ve tartışılan filozoflardan biri. Genellikle eserlerinde günümüz insanını “performans ve hız tutsağı” olarak tanımlayıp eleştiriyor. Bununla bağlantılı olarak da modernliğin teknoloji temelli ilerleme fikrini, dijital olanı yani, derin bir “yorgunluk” ve “anlamsızlık” biçimi olarak teşhis ediyor. Ketebe Yayınları tarafından yayınlanan Tefekkür Yaşamı ya da Eylemsizlik Üzerine adlı kitabı, bu teşhisin en yetkin, hatta en dingin ifadesi olarak temayüz ediyor. Barış Tut’un Türkçeye kazandırdığı bu kısa ama yoğun metin, bir tür “eylemsizlik manifestosu” olarak da tanımlanabilir.

Han, önceki kitaplarında günümüz neoliberal performans kültürünü “yorgunluk toplumu” ve “şeffaflık toplumu” kavramlarıyla eleştirmişti. Tefekkür Yaşamı ise bu eleştiriyi daha da derinleştirerek neredeyse ontolojik bir düzeye taşıyor: Mesele artık yalnızca fazla çalışma ya da hız değil, insan varoluşunun eylem tarafından işgal ve ilhak edilmesi. Kitabın ilk cümleleri bu sıkışmayı çarpıcı biçimde özetliyor: “Giderek ‘mekaniğin aptallığına göre taş nasıl yuvarlanırsa öyle yuvarlanan’ aktif insanlara benziyoruz. Hayatı yalnızca iş ve performans açısından algıladığımız için, eylemsizliği mümkün olduğunca çabuk giderilmesi gereken bir eksiklik olarak görüyoruz.” (s. 9).

Han’a göre modern insan, eylemin büyüsüne kapılmıştır. Her hareket, her eylem bir sonuç, bir üretim, bir performans beklentisiyle yapılır. “Eylemde bulunanlar, hedeflerini göz önünde bulundururlar. Onlara doğru yürür ve çabalarlar. Yalnızca eylemde bulunanlar, zamanı durduran şenlik kutlamasını beceremezler. Kutlamak da amaçtan bağımsızdır. Bu onu zorunlu olarak amaca bağlı eylemden ayırır.” (s. 84). Bu nedenle eylemsizlik artık bir eksiklik değil, neredeyse bir suç gibi görülmektedir. Oysa Han, eylemsizliği unutulmuş bir kapasite, kaybolmuş bir insanlık hali olarak tanımlar: “Eylemsizlik insan varoluşunun bir görkemidir.” (s. 9). Dahası bizi insan yapan şeydir o.

Ama bu “görkem” hiçbir şey yapmamak anlamına da gelmez. Han’ın eylemsizliği, tinsel, ruhsal bir potansiyele, içsel bir yeteneğe işaret eder. Zhuangzi’den Adorno’ya, Benjamin’den Nietzsche’ye uzanan geniş bir yelpazedeki felsefi diyalog ve analizlerle eylemsizlik, çok farklı biçimlerde tanımlanır. Han, eylemsizliğin bir teslimiyetin bir zayıflık değil, direniş olduğunu vurgular: kapitalizmin zaman anlayışına, üretim zorunluluğuna, hatta enformasyonun hızına karşı bir direniş.

Kitabın ilk bölümü “Eylemsizliğin Görünümleri”, modernliğin kutsadığı “aktif insan”ı ele alır. Kapitalist toplumun, “boş zaman”ı bile emek düzenine tâbi kıldığını söyler Han. Yani boş zamanı bir tatil olarak düzenlemek suretiyle onu çalışmaya tabi kılmıştır: “Emekten/çalışmadan kurtulmaya hizmet ettiği için, onun mantığına bağlı kalır.” (s. 10). Böylece dinlenme bile bir tür üretim işlevi kazanır. Oysa gerçek eylemsizlik, yalnızca çalışmanın değil, “amaçlı olmanın” da askıya alındığı bir haldir, bir “eylemsizlik politikası.”

Han’a göre bu eylemsizlik kültürel ve hatta kutsal bir boyuta sahiptir. Verdiği örnek Şabat günü: “Şabat günü tüm etkinlikler askıya alınmalıdır... Eylemsizlik ve ekonominin ortadan kaldırılması Şabat bayramı için elzemdir.” (s. 11). Tefekkür Yaşamı hem Doğu bilgeliğine (Zhuangzi’nin “hiçbir şey yapmadan yapılan uygulama” düşüncesine) hem de Batı mistisizmi ve felsefesine (Walter Benjamin’in “can sıkıntısı büyük eylemlerin eşiğidir” düşüncesine) yaslanıyor.

Han, eylemsizliği sadece bireysel bir duruş olarak değil, daha ziyade kültürel bir dönüşümün koşulu olarak ele alıyor. “Kültürün kaynağı savaş değil şenliktir, silah değil mücevherdir.” (s. 10). Bu çarpıcı tespit, kitabın kalbi olarak tanımlanabilir. Eylem tarih yapar; ama kültürü yaratan eylemsizliktir. Eylemsiz tefekkür, bekleme, şenlik, oyun, süsleme, ritüel… Hepsi insanın “salt yaşamın ötesine” geçtiği alanlardır. Han’a göre modern çağ bu alanları kaybetmiştir ve geriye yalnızca hayatta kalmanın çıplak ekonomisi kalmıştır. Son bölümlerde Han, eylemsizlik fikrini sanatla ilişkilendirir. Cézanne’ın tablolarını “eylemsizlik manzaraları” olarak yorumlar: “İnsan orada olmamalı, tamamen manzaraya dalmış olmalıdır.” (s. 31). Han’a göre, sanatçı kendini geri çektiğinde şeyler kendi görkemleriyle parlar. Böylece eylemsizlik, varlığın özgürleşmesi haline gelir.

Kimi eleştirmenler Tefekkür Yaşamı’nı “eylemsizlik olarak direniş” şeklinde tanımlıyor. Ancak Han’ın metni bir “direniş stratejisi”nden çok bir “insanlık biçimi” öneriyor: “Gerçek yaşam, hayatta kalma kaygısının sona erdiği anda başlar.” (s. 10). Bu cümle aslında kitabın özeti niteliğinde. Byung-Chul Han, Tefekkür Yaşamı’yla bir “varlık etiği” kaleme almış. Her satırında şu soruyu akla getiriyor: İnsan nedir ve ne zaman yaşamış sayılır? Belki de insan yalnızca sustuğunda, beklediğinde ve bir şey yapmadığında gerçekten insan olur ve yaşar.

Byung-Chul Han, sevenlerinin iyi bildiği üzere kitaplarını her zaman kısa, yoğun ve neredeyse poetik bir üslupta kaleme alır. Tefekkür Yaşamı da argümantatif bir polemik metni olmaktan çok bir tefekkür performansı olarak tanımlanabilir. Tekrar tekrar okuyup üzerine düşünebileceğimiz fragmanlar, alıntılar ve edebi/felsefi aforizmalar. Ama hepsi de ortak bir kavrama ve olguya yönelik: Vita Contemplativa’ya, yani teorik yaşama, tefekküre. İyi okumalar!

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.