Dağ bakışlı Bişkek

​Dağ bakışlı Bişkek.
​Dağ bakışlı Bişkek.

Dünyada el değmemiş doğal alanlar gittikçe azalıyor. İnsanoğlu ulaştığı her yeri barbar bir iştahla ya kendisine benzetiyor ya da talan ediyor. Bişkek’e inmeden önce buranın dünyadaki ender bakir alanlardan olduğunu biliyor fakat bununla beraber zihnimi herhangi bir beklentiyle doldurmuyordum.

Kırgızistan başlı başına bir çekim alanıydı ve Orta Asya’nın Manasçısı Kırgızlar her bakımdan ilgi duymaya değerdi. Zaten, Cengiz Aytmatov’un kitaplarından parça parça izler taşıyordum içimde. Bu kez talihim yaver gitmişti ve Gün Olur Asra Bedel, Dişi Kurdun Rüyaları başta olmak üzere hemen bütün eserlerini merakla okuduğum Cengiz Aytmatov ile tanışacak hatta bir röportaj bile yapacaktım. “Bir yanda büyük Rus Edebiyatının birikimi, bir yanda binlerce mısralık Manas Destanı, Rusça’nın yazılı kültür bakımından onca baskınlığı… Kırgızların sözlü kültür zenginliklerini de rehber edinerek siz kendi dünyanızı nasıl kurmayı başardınız?” diye sormuştum. Geniş yüzünü dolduran çekik gözlerinin arasından baka baka cevap vermişti Aytmatov. Ve bir şey fark etmiştim, Kırgızlar onu çok seviyorlardı. Söz, burada her şeyden değerliydi.

Bişkek’te sokağa indiğinizde eğer mevsim kış değilse her yönden ayağa kalkmış ağaçlar ve geniş caddelerle karşılaşırsınız. Buna insanın başını döndüren geniş meydanları da eklediğinizde şehrin içindeki engin bozkır duygusu sizi sarmaya başlar. Her yandan bir dirilik ve duruluk hissedersiniz. Sonra başınızı kaldırıp da şöyle etrafa baktığınızda Tanrı Dağları’nın yalçın ve bir o kadar aydınlık yüzü selamlar sizi. Aslında şunu söyler: Burada, her yerde bir dağ bakışı vardır ve özgürlük kadar yaşamın ele avuca sığmaz tekinsizliğini duymak istiyorsanız burada kalınız. Geçmişte, Firunze ismine hapsedilmek gibi bir talihsizlik yaşayan Bişkek, dünün kalıntılarına aldırmadan kendini kurma derdindedir. Genç nüfus bir yandan şehre dinamizm katarken beni tanımak istiyorsan çevremi de dolaşman gerekir diye seslenir.

Gerçekten de hem Kırgızistan hem de Bişkek’i anlamak için Balasagun’a varmak gerekir. Divan-ı Lügat’it Türk yazarı ve Yusuf Has Hacip’in buradan geçtiği hatırda tutulursa Kırgızistan’ı yurt yapan duygunun derinliği daha iyi anlaşılır. Balasagun’daki tarihi kalıntıları dolaşırken şehir fikrinden heykele, mimarlık bilgisinden gündelik hayata dair pek çok kökü yakından hissedersiniz. Bişkek’e gelip de buraya uğramamak olmaz. Ayrıca Issık Göl de bu civardadır ve dünyanın eşsiz doğal alanlarının başın da gelir. Dağ yüksekliğindeki buhar duygusu az şiir sayılmaz, diyeceğim. Elbette, Cengiz Aytmatov’un çocukluğunun geçtiği ve ailesinin kurşuna dizildiği Talas’taki Şeker Köyüne uğramadan olmaz. Stalin rejiminin kıyıcılığı bütün detaylarıyla burada sergilenir. Aytmatov’un kimliği modern Kırgızistan’a ufuk çizer. Etraf, dağların çağrısıyla doludur ve hele baharda sular dahil bütün varlıklar çıldırır.

Kırgızlar yaşamayı seven ve oldukça enerji dolu insanlar. Bişkek’te acıktığınızda et ve hamur işleri, Kırgız Mantısı özellikle sadece dimağınızı coşturmaz göz zevkinize de hizmet eder. Et burada adeta dinsel bir hürmet kazanır. Resim düşkünlüğü ise sokakları dolaşırken yakından görebilirsiniz. Ayrıca sessizlik ve yeşillik Bişkek’in vasıfları arasında. Rus Ortodoks Kilisesi, Geniş Parklar, Alatav Meydanı, Oş Pazarı gezilecek yerler arasına not edilebilir. Ama, asıl Bişkek göz aydınlığında dağlara baka baka yaşanır. Genişliğe yayılmış dağ duygusu Bişkek’i kanatlandırır.