Dersu Uzala, Alex ve anneannem Zeynep

Hikâye 1900’lü yılların başında, Rusya, Çin, Kore ve Japonya arasındaki Ussuri bölgesinde geçiyor.
Hikâye 1900’lü yılların başında, Rusya, Çin, Kore ve Japonya arasındaki Ussuri bölgesinde geçiyor.

“Anlayamıyorum” dedim yol arkadaşıma. “Yağmur mu yağıyor yoksa sis mi var? Sence hava açacak mı, Dersu?” Nani bakışlarını gökyüzüne kaldırdı, sonra etrafına bakındı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra “Toprak, dağlar, ormanlar, hepsi insanın aynısıdır. Terliyorlar.” diye cevap verdi; elini kulağına götürerek, “Dinle” diye ekledi. “Nefes alıp veriyorlar. İnsanlar gibi.”

Bu satırlar askeri haritacılık göreviyle Rus coğrafyasının en ücra köşelerinde kaşiflik yapan Yüzbaşı Arsenyev’in Dersu Uzala adlı kitabından. Hikâye 1900’lü yılların başında, Rusya, Çin, Kore ve Japonya arasındaki Ussuri bölgesinde geçiyor.

Dersu Uzala, Japon bir dağlı.
Dersu Uzala, Japon bir dağlı.

Dersu Uzala, Japon bir dağlı. Dersu’nun Arsenyev’e rehberlik yapmaya başlamasıyla bu görev, bölgenin sert doğa koşullarında hikmetli bir yolculuğa dönüşüyor.

Arsenyev’in notlarında bölge coğrafyası, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve insanları hakkında ayrıntılı ve hatta dikkatine hayran bırakan tasvirler var. Dersu’nun manevi dokunuşuyla tasvirler gözden kalbe bir köprü kuruyor âdeta. Dersu, ormanın bir tanrısı olduğuna inanıyor. Gördüğü her şeyin bir ruhu olduğuna da. İnsani özellikler yüklediği hayvanlara, güneşe, rüzgâra ve de yağmura “adam” diye hitap ediyor. Tabiatın dilini anlıyor. Onunla konuşuyor, onu hissediyor.

Yemek yerken, bir parça eti ateşe fırlattım. Dersu eti hemen ateşten alıp yere attı. “Neden yemeği yakıyorsun?” diye sordu bana keyfi kaçmış bir sesle. “Yarın biz gidince buraya başka adamlar gelir. Onlar yerler.” “Hangi başka adamlar?” diye sordum şaşkın şaşkın. Dersu hayretle, “Bilmiyor musun?” dedi.

“Rakunlar, porsuklar, kargalar, karga gelmezse fareler, fare gelmezse karıncalar. Taygada her çeşit halk bulunur.”

Dersu’nun manevi dokunuşuyla tasvirler gözden kalbe bir köprü kuruyor âdeta.
Dersu’nun manevi dokunuşuyla tasvirler gözden kalbe bir köprü kuruyor âdeta.

Dersu’nun eşyaya, insana ve tabiata bakışı, beni Peru Amazonlarındaki günlerime götürdü. Ormanda bana rehberlik eden Alex, çevremizde dolanan pumanın ayak izlerini görmüş ve kokusunu almıştı. Dersu gibi...

“Doktor” diye hitap ettiği şifalı ağaçların bilgisini veriyordu Alex. Bir kuşun ziyaretine bile anlam veriyordu. Ormanın ruhunun avcılarla nasıl oynadığını anlatıyordu bana. Şamanların ormanla kurduğu metafizik bağla örülmüş hikâyeleriyle geçiyordu akşamlarımız. Yaprakların üzerine basarak koşup gelen rüzgârın ayak seslerini duydum Amazonlarda. Arsenyev gibi...

Çok uzaklara da gitmeye gerek yok aslında. Mesela anneannem de karıncalara fısıldayan bir kadın! 82 yaşındaki anneannem her zaman, "Kırıklar benim bu dünyadaki imtihanımdır" der. Defalarca düşmesi nedeniyle kolunda, belinde, kalçasında ve ayağında kırıklar var. Son kez düştüğünde ise kolunda parçalı kırıklar oluşmuş. "Ben bilirim yaptığımı yavrum! Karıncaları incittim ben!" diye başladı anlatmaya. Bir gün mutfak tezgâhının üzerini karıncalar sarmış ve kendi tâbiriyle tezgâhın üzeri "kapkara" olmuş.

Uyurken üzerinde dolaşmaya başladıklarını görünce de artık dayanamayıp tezgâhın üzerini su ve el yardımıyla karıncalardan arındırıp hepsini lavabo giderine göndermiş. Birkaç gün sonra da köyde yürürken dengesini kaybederek yere kapaklanmış ve kolu üç yerinden kırılmış. Eve döndüğünde karıncaların yine tüm tezgâhı ele geçirdiğini görmüş. Bu kez tezgâhın yanına giderek onlarla konuşmayı denemiş. "Ben sizin canınızı yaktım, siz de benim canımı yaktınız. Ben sizden razı değilim. Canınızı da yakmak istemiyorum. Ne olur terk edin evimi!" demiş. Bu çağrısını üç kez tekrarladıktan sonra karıncalar bir anda tümüyle evi terk etmiş.

Dersu Uzala, Japon bir dağlı.
Dersu Uzala, Japon bir dağlı.

Tabii ben hayretle dinliyorum. Bir taraftan da dedim ki "Tekrar konuştun mu onlarla? Var mı başka örnek?" "Olmaz mı var tabi!" dedi hemen. Bahçedeki ceviz fidanını sarmış karıncalar. Yiyip bitirmeden konuşmak istedim onlarla dedi. "Ben sizden razı değilim ne olur bırakın gidin bu fidanı!" diye seslenmiş karıncalara. Çok geçmeden terk etmişler.

Rusya’nın en kuzeydoğusundaki Derzu Uzala, Peru Amazonlarındaki Alex ve Ege’deki Anneannem Zeynep'in farklı zamanlarda geçen hikâyelerinin merkezinde, ulusal sınırları tanımayan bir doğa var. Doğanın frekansını yakalayabilen insanlar bunlar. İnançları ya da etnik kökenleri de fark etmiyor. Belki de hakikate dokunabilen güzel ruhlardır her biri. İnsanın doğadan uzaklaşması kendinden de uzaklaşması mıdır? Belki de kendi hakikatimizden uzaklaşıyoruzdur. Doğayla yeniden bir temas kurabilirsek, belki de yeniden doğabiliriz. Belki gözlerimiz bu kez yeni bir boyuta açılır, kulaklarımız yeni bir frekansı duyar. Belki de gerçekten görmeye ve duymaya başlarız.