Dünden bugüne, her dönemin ötekisi: Galata

​Dünden bugüne, her dönemin ötekisi: Galata
​Dünden bugüne, her dönemin ötekisi: Galata

Ruhunu, hâlâ dimdik duran 700-800 yıllık binaları kadar; çok kültürlü çok renkli, çok kimlikli, çok simalı yaşanmışlıklarından da alan Galata, her dönem “öteki”nin kenti olmuş. “Hiç Kimsenin Kenti” isimli romanı ile Galata’da tarihi bir yolculuk yapmamızı sağlayan Tolga Gümüşay ile bugünün sokaklarını adımlarken, dünden bugüne bir Galata yolculuğu yaptık.

“Gemi ağır ağır uzaklaşırken Albert’in şapkası karabatak, Janet’in mendili martı oldu” cümlesini okuduğum günden beri; bir martı ya da karabatak gördüğümde boğazım bir parça düğümleniyor, burnum belli belirsiz sızlıyor.

Tırnak içindeki cümle, Tolga Gümüşay’ın“Hiç Kimsenin Kenti” isimli romanından. Kitap, okuru Galata sokaklarında gezdirirken; bugünden geçmişe, geçmişten de bugüne duygusal olduğu kadar içsel bir yolculuğa da çıkarıyor.

Tolga Gümüşay
Tolga Gümüşay

Galata’nın ruhunu, sokaklarında olduğu kadar hanlarında, meyhanelerinde, mevlevihanesinde, kahvehanelerinde ve limanında hissederken, hikâyenin karakterleri yani Galata’nın sakinleri ile de bir söyleşiye koyuluyorsunuz. Aynı zamanda İZ Tv’de Tolga Gümüşay’ın sunduğu Galata belgeseline kaynak olan roman, Galata’yı tanımayanlara tanıtırken; tanıyanların bellek tazelemesini sağlıyor. Romanın ilham verdiği bu röportajda, sokaklarında birlikte dolaştığımız Galata’ya dair sorularımızı Tolga Gümüşay’a yönelttik.

Galata aşkı nereden geliyor?

Galata çocukluğumdan bu yana daracık sokaklarına, deniz kokan dik yokuşlarına, tarihi yıkıntılarına her sokuluşumda, teraslarına, kulesine her çıkışımda beni derinden etkiledi. Zamandan, dünyevi hedef ve kaygılarımdan, gündelik ağırlıklarımdan kurtardı beni. Onun fısıldayan hâli bile benim çığlıklarımı bastırmaya yetti. Tabi başkalarının hikâyesini merak etmem de bunda etkili oldu. Bir taraftan hayatın geçiciliğine, uçuculuğa dair duygular yaşarken; hayatın kalıcılığına dair birçok izleri de bulabileceğiniz bir yer Galata.

Tarihin tozlu raflarından Galata
Tarihin tozlu raflarından Galata

Ben canım sıkıldığında, bir şey keşfetmek ya da gündelik hayattan kaçmak istediğimde bir sığınak gibi sığındım bu sokaklara. Galata’nın melankolik ve hovarda hâli bende hep hüzün, merak ve cesaret uyandırdı. İşte böylesine farklı ve yoğun hissettiren, bir zamanlar surlarla çevrili sınırlarından içeri her adım atışımda beni derinden etkileyen Galata’nın sırrını, nasıl olup da bende bütün bu duyguları uyandırdığını anlayabilirsem, İstanbul’u, birlikte yaşama kültürünü, bizi ve beni daha iyi anlayabileceğimi, dahası bunun herkesi ilgilendirebileceğini düşündüm.

“Kaybedecek bir şeyi olmayanların, sığınacak yeri kalmayanların, çıkış arayanların, zamanının ruhuyla uyuşamayanların, ötekilerin yeri olmuş her dönem Galata; surlarına yanaşan herkese kapılarını açmış, var olmasına izin vermiş.”

Galata dediğimiz bölge tam olarak neresidir; nerede başlayıp nerede biter?

Galata bir ucu eski adıyla Unkapanı yeni ismiyle Atatürk Köprüsü’nün ayağındaki Sokollu Mehmet Paşa Camisi’nden, Haliç’e; bir ucu Kılıç Ali Paşa Camisi’nin gerisinden Boğaziçi’ne bir ucu da Galata Kulesi’ne ulaşan eşsiz bir üçgen. Sonraları Mevlevihane’ye kadar olan bölgeye de Galata denmiş ve Galata Pera ile birleşmiş.

Surlar ne amaçla yapılmış? Bu bölgeden günümüze kalan sur kalıntıları var mı?

Cenevizliler zamanında surlar ve etrafındaki hendekler korunma amaçlı yapılmış. Surlardan geçiş için de kapılar var. Zaten İlhan Berk’in dediği gibi Galata demek biraz da kapılar demek. Sonraki dönemlerde surlar yıkılıyor ve hendekler kapatılıyor. Saint Pierre Han’ın arka bahçesinde, Saint Benoit’ın bahçesinde Cenevizsur kalıntıları var. Sahilde Perşembe Pazarı tarafında da bir takım kalıntılar mevcut.

Zaten İlhan Berk’in dediği gibi Galata demek biraz da kapılar demek.
Zaten İlhan Berk’in dediği gibi Galata demek biraz da kapılar demek.

Cenevizliler Galata Limanı’nda ticaretlerini yaparken bir taraftan da ticari varlıklarını olası saldırılara karşı korumak için surları oluşturmaya başlamışlar. Bir kısmı haberli, bir kısmı ise Bizans İmparatorluğu zayıfladıkça hızlandırılarak, burada kendilerine güvenli bir alan yaratma düşüncesi ile yapılmış. Hatta bir rivayete göre Galata Kulesi’ni de Bizans’tan izin almadan oldu bittiye getirerek çoluk çocuk çok hızlı bir şekilde yapmışlar.

Galata’nın, bu kargacık burgacık halini biraz da ticaretten başka konularla pek ilgilenmeyen Cenevizliler’in zevksizliğine borçlu olduğunu söyler bazı kaynaklar. Unutmasınlar ki İstanbul, kulesini onlara borçludur.

“Bir taraftan hayatın geçiciliğine, uçuculuğa dair duygular yaşarken; hayatın kalıcılığına dair birçok izleri de bulabileceğiniz bir yer Galata.”

Birçok kültüre, birçok halklara ve azınlıklara da her zaman kucak açmış Galata...

1900’ların başında Galata’da yaşamış Fransız yazar Bertrand Bareilles, Galata’da farkı ırklardan insanların yan yana birbirine karışmadan yaşadığını söyler.

Gerçekten de Galata çok renkliliğin, çok kimlikliliğin, çok kültürlülüğün vatanı olmuş hep. Kaybedecek bir şeyi olmayanların, sığınacak yeri kalmayanların, çıkış arayanların, zamanının ruhuyla uyuşamayanların, ötekilerin yeri olmuş her dönem; surlarına yanaşan herkese kapılarını açmış, var olmasına izin vermiş. Bizans zamanında da Osmanlı devrinde de hatta kısmen bugün de ülkenin hâkim siyasi, dini ikliminden farklı, renkli ve özgür bir yaşam ritmine sahne olmuş, oluyor.

Hiç bir dönemde, hiç kimse Galata’ya tam anlamıyla sahip olamamış. İşte ben Galata’ya bu yüzden “Hiç Kimsenin Kenti” dedim. “Hiç Kimsenin Kenti” tanımı aynı zamanda herkesin de kenti olabilme potansiyelini içinde taşıyor.

Hiç kimsenin kenti ile Tolga Gümüşay
Hiç kimsenin kenti ile Tolga Gümüşay

Peki, kimlerdir bu çok sesliliği oluşturanlar?

Önce Ortodoks Bizans’ın hemen karşısındaki Katolik Vendekliler ve Cenevizliler; İstanbul’un fethinin ardından Araplar, Rumlar, imparatorluğun çeşitli bölgelerinden getirilen Müslümanlar, Makedonlar, Arnavutlar, Çerkezler, Lazlar, Ermeniler, Yahudiler mesela 3 tür Yahudi ibadethanesi vardır Galata’da; Aşkenazlar, Sefaradlar ve Bizans’tan gelen Yahudiler için-, Fransızlar, İtalyanlar, Kırım Savaşı zamanı sayıları artan İngilizler, 1. Dünya Savaşı’na doğru Almanlar, Avusturyalılar, Sovyet Devrimi’nden sonra Beyaz Ruslar; bir liman kenti olan Galata’ya gemisi geçici olarak yanaşan dünyanın dört bir yanından gelen denizciler, onların oluşturduğu talebe karşılık vermek üzere toplanan fahişeler, meyhaneciler, çalgıcılar, kantocular, tüccarlar, sarraflar, bankerler, bankacılar, Mevlevihane’deki dervişler, semazenler vs. dolayısıyla o dönemde Galata’ya çok renkli bir mozaik hakim.

Ya Galata’nın tarihi karakterleri?

Galata o kadar renkli, çok kültürlü ve çok simalı bir yer ki, tabi ki bunların hepsini kimse sayamaz. Ama benim daha çok ilgimi çeken ve bence Galata için, şehir tarihi ve insanlık için de önemli olan birçok sima var.

Mesela; şu an Saint Pierre Han’ın bulunduğu bölgedeki konsolosluk binasında doğan ünlü Fransız şair, romantizmin öncüsü Andre Chenier bunlardan biri. Yine Galata tarihinin namlı seri katili Bıçakçı Petri… Petri cinayetten sonra tulumbacı şıpıdıklarını olay yerinde bırakır sonra bir gemiye binip gidermiş. İlhan Berk onun için, cinayet işleyeceği zaman avucunun içinden kan kokusu aldığını yazar.

Abidin Dino, Kamondo Han’ın terasında yaptığı resimler ve ağırladığı; Orhan Veli, Fikret Adil, Ahmet Hamdi, Oktay Rıfat, Bedri Rahmi, Yaşar Kemal, Sait Faik gibi dostları ile genç cumhuriyetimizin sanatını Galata’da kanatlandırdı. O bohem terasta toplanıp, dünyanın o en güzel manzarasına karşı sohbetler ederlerdi. Dino, kendisinin de resimlerinin olduğu bu terası “yeryüzü ile gökyüzü arasındaki delilik mekanı” olarak tarif ediyor.

Gel zaman git zaman Galata...
Gel zaman git zaman Galata...

Azılı bir kasa hırsızı olan Demirci Andon, Rum’du ve açamadığı kilit yoktu. Yorgo Zarifi ve Abraham Kamondo Rum ve Yahudi asıllı ünlü bankerlerimizdi. 19. yüzyılda ekonominin yanı sıra kentleşme, hayırseverlik gibi alanlarda önemli işler yaptılar. Birlikte Atlı Tramvay Şirketi’ni kurdular.

Kamondolar İstanbul’un ilk modern belediyesinin kurulmasında önemli rol oynadılar. İstanbul’un en güzel merdivenlerini Galata’ya onlar hediye ettiler. Alexandre Vallaury, bir dönem Saint Pierre Han’ı bürosu olarak kullandı, Eminönü’ne bakan cephesi oryantalist, Pera’ya bakan yüzü batılı usullerle inşa ettiği Osmanlı Bankası Binası hâlâ Galata’nın en gösterişli yapısıdır.

Boğazın kulesi...
Boğazın kulesi...

Şeyh Galip Galata Mevlevihanesi’nin en meşhur postnişi, Divan Edebiyatı’nın ve 3. Selim’in gözdesidir. Fasih Dede ise benim için Mevlevihane’nin en ilginç, kalender ve aynı zamanda en renkli simalarından. Hem resim yapan, hem şiir okuyan, kedileri ile yaşayan, arada da gidip Galata’da şarabını içip demlenen bir zattı.

“Galata’nın ruhu sadece sokaklarında değil; o eski apartmanlarında aynı zamanda. O binalara girip o kokuya temas etme şansımızı her geçen gün biraz daha kaybediyoruz.”

Romanınızda; “Galata’nın Galata, İstanbul’un Yedi Tepeli Şehir olduğu zamanlardan” bahsediyorsunuz. O günden bugüne, neler değişti Galata’da?

Romanımın 177. sayfasında Albert’in bir paragrafı var: “Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, Kıbrıs meselesi derken biz bize kaldık, dostum. Suçlu, kurban aramıyorum ama biz bize kaldık ve Galata bir daha kendine gelemedi. Çünkü Galata biz size, onlar bize, siz onlara bir yerdi. Anlıyor musunuz? Ataullah Dede’nin cenazesinde Müslüman, Hristiyan ve Musevilerden oluşan kalabalık, Mevlevihane’den Tophane’ye uzanıyordu.”

Geçen yüzyıl bir göçler devri oldu Galata için. 1922’de işgal kuvvetlerini destekleyen ve öyle sanılmasından korkan azınlık vatandaşlarımız ve onların gemileri ile daha zengin ülkelere yelken açan Beyaz Ruslar, Varlık Vergisi, İsrail devletinin kuruluşu ile Galata limanında eski mahallelerine el sallayan Yahudi vatandaşlar, 6-7 Eylül, Kıbrıs meselesi derken Galata’da doğan, büyüyen, çalışan, âşık olan, komşuluk eden, müziğiyle, bayramıyla, kültürüyle onu var eden, güzelleştiren, onun içinde hoşgörülü ve çok renkli bir yaşam yaratanlar birer birer terk etti Galata’yı. Ve bu da Galata’nın tarihinde hiç olmadığı kadar sahipsiz, yalnız, tek renk bir ruh haline bürünmesine neden oldu.

Bir çok millete ev sahipliği yapan Galata...
Bir çok millete ev sahipliği yapan Galata...

Peki, Galata bugün hâlâ farklı kültürlere kucak açıyor mu?

Evet, Galata’nın hâlâ farklı kültürlere kucak açtığını söyleyebiliriz. Başka bir semtte belki başka bir şehirde ya da bölgede çok da kolayca bir araya geleceğini düşünmediğimiz mesleklerden, kimliklerden, ekonomik seviyelerden insanların bir arada olduğu ve birbirine bulaşmadan, birlikte yaşamaya devam ettiği bir yer burası. Ama eskiyi anlatanlar, birbirine çok daha saygılı insanlar olduklarını anlatıyorlar.