Dünyayı birbirine bağlayan İpek Yolu

Tüccarlar, coğrafyanın karşılarına diktiği engellere, iklimlerin meşakkatine, yol kesen haramilerin saldığı tehlikeye rağmen çok uzak yerlere gitmekten yüksünmemişlerdi.
Tüccarlar, coğrafyanın karşılarına diktiği engellere, iklimlerin meşakkatine, yol kesen haramilerin saldığı tehlikeye rağmen çok uzak yerlere gitmekten yüksünmemişlerdi.

Bir yol, bir gezgin ya da bir tüccar; işte tüm dünyayı birbirine bağlayan yegâne hat! Eski dünyada böyle haberdardı uzak diyarlar birbirinden, peki ya şimdi?

Yaşadığımız çağın insanda hayret uyandıran iletişim teknolojisi sayesinde dünyanın her yerini gitmediğimiz halde görme imkânına sahibiz. Oturduğumuz koltukta, bizden binlerce kilometre uzaktaki kentlerin günlük hayatlarını canlı olarak izleyebiliyoruz. Bu gün, binlerce kilometre uzaktaki tanıdıklarımızla anında irtibat kurabiliyoruz. Oysa takvimleri geriye götürdüğümüzde, her çağın bir sonraki çağa göre daha da tenhalaştığını, insanların, kentlerin ve krallıkların, başka insanlar, kentler ve krallıklar hakkında bilgilerinin azaldığını görürüz. Öyle ki Ortaçağ’ın sonlarında bile insanlar, kendilerinden ötede yaşayan başka insanlar hakkında akla hayale gelmeyen hikâyeler anlatabilmekteydi.

Gidilemeyen ve yarım yamalak bilgi sahibi olunan coğrafyaların içi birazda muhayyile ile doldurulmuş, ortaya bazı gerçeklerin olmadık söylencelerle süslendiği bambaşka coğrafyalar çıkmıştı…

Eski çağlardan itibaren dünyanın değişik coğrafyalarına yayılmış insanların birbirlerinden bütünüyle habersiz yaşamadıklarını biliyoruz. Kentlerden kentlere ulaşan haberler, uzak ülkelere çıkılan askeri seferler, dinlerin misyonerlerinin yaptığı yolculuklar, meraklı seyyahların aktardığı bilgiler, iyi kötü bir dünya bilgisi oluşturabiliyordu. Eski dünyanın saydığım muhabere yolları dışında bir başka haber kaynağı daha vardı ama: Tüccarlar.

Tüccarlar, coğrafyanın karşılarına diktiği engellere, iklimlerin meşakkatine, yol kesen haramilerin saldığı tehlikeye rağmen çok uzak yerlere gitmekten yüksünmemişlerdi. Bütün bu zorluklar içinde tüccarlar, menzillerine en kolay ulaşılabilecekleri yolları da keşfettiler. Bu yollar ve bu yollar üzerinde bulunan kentler zamanla hem ticari hem de kültürel açıdan canlılık kazandı. Geçmişin büyük siyasi güçlerinin en büyük amaçlarından biri bu ticaret yollarına egemen olmaktı. Bunun için büyük savaşlar yapıldı, sayısız kent yıkıma uğradı…

Geçmişin büyük siyasi güçlerinin en büyük amaçlarından biri bu ticaret yollarına egemen olmaktı. Bunun için büyük savaşlar yapıldı, sayısız kent yıkıma uğradı…

Yolun hâkimi dünyanın hâkimi

Eski dünyanın en büyük ticaret yolu hiç kuşku yok ki “İpek Yolu”ydu. Jean – Paul Roux, Çin’den Batı’ya kadar uzanan bu yolun ilk kez 138 yılında Çinli elçi Çang K’ien tarafından keşfedildiğini söyler. Çin hanı, kendisi gibi Hunlulara karşı mağlup olan Yüeçiler’e işbirliği teklif etmesi için görevlendirmişti Çang K’ien’i. Elçi Hunlulara yakalanıp on yıl esir kalmış, kurtulduktan sonra bile görevini tamamlamanın derdine düşmüş, bu günkü Özbekistan topraklarına kadar inmiş ve burada tesadüfen Yüeçilerin hanıyla görüşmüş ancak istediği sonucu alamadan geri dönmüştü. Bu neticesiz seyahat, bambaşka bir imkânın kapılarını açmıştı.

Bu günkü Özbekistan
Bu günkü Özbekistan

Gittiği yerlerin zenginliğini keşfeden elçi, bu konuda hanına bilgiler vererek ticaretin tarihe mâl olacak ipek yolunun ilk patikasını şekillendirmişti. Bundan sonra yıldan yıla yol canlanacak, Avrupa’ya kadar uzanacak, kentleri, dinleri ve kültürleri birbirine bağlayacaktı. Taşınan yalnızca ipek olmayacaktı elbette ipek yolunda. Başta kürk olmak üzerine başka mamullerde taşınacaktı; üstelik sadece doğudan batıya değil, batıdan da doğuya yük kervanları kalkacaktı zaman içinde…

Çinli elçi Çang K’ien tarafından keşfedilen kadim ticaret yoluna bu günkü adını, 19. yüzyıl ünlü Alman coğrafyacısı Ferdinand Freiherr von Richthofen verdi. Çin ve Akdeniz havzasını birbirine bağlayan ve pek çok yan kolu olan bu yola “Büyük İpek Yolu” ismini verdi Richthoften.

İpek Yolu'na adını veren ünlü Alman coğrafyacısı Ferdinand Freiherr von Richthofen.
İpek Yolu'na adını veren ünlü Alman coğrafyacısı Ferdinand Freiherr von Richthofen.

Gerçekten de İpek Yolu’nun ana güzergâhı dışında pek çok yan yolu da vardı ve Çin’i, Afganistan’ı, Maveraünnehir’i, Anadolu’yu, Arap Yarımadası’nı içine alan çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Kaşgar, Kâbil, Bombay, Herat, İstanbul, Urumçi, Buhara, Semerkand, Tahran, Bağdat gibi farklı coğrafyalarda sayısız kentin ipek yolu üzerinde bulunduğu düşünülürse, bu yolun tarihi önemi daha iyi kavranabilir. Ve yine bu nedenle, Çin’in, Hunluların, Timur’un, Osmanlı Devleti’nin Memlukların niçin bu yol güzergâhının ana noktalarına egemen olmaya çalıştıkları da anlaşılabilir böylelikle. Osmanlı Devleti, Memlukları ortadan kaldırdıktan sonra İpek Yolu’nun batıya açılan kapılarını ele geçirmiş, ancak Avrupa’nın deniz yoluyla Hindistan’a gitmeye başlamasından sonra yol peyderpey önemini yitirmişti. İmparatorluğun yıkılış sebeplerinden birisi de budur…

Taşınan yalnızca ipek olmayacaktı elbette ipek yolunda. Başta kürk olmak üzerine başka mamullerde taşınacaktı; üstelik sadece doğudan batıya değil, batıdan da doğuya yük kervanları kalkacaktı zaman içinde…

Hâlâ önemli

Yakın zaman önce Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ortak çabalarıyla tarihi ipek yolunun yeniden canlandırılması konusunda adımlar atılmaya başlandı. Amaç, Çin’den Avrupa’ya uzanan bir demir yolu hattını devreye sokmak. Muazzam bir hayal bu.

Hem küresel dünyanın güç dengeleri, hem de bölgesel güçlerin politik manevraları bu projenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinde etkili olacak elbette. Eğer bu büyük hayal gerçekleştirilebilirse, Türkiye, yalnızca bir enerji koridoru değil, dünya ticaretinin de merkezi hatları üzerinde söz sahibi olabilir. Rusya’nın Gürcistan’a karşı giriştiği askeri hareket, yaşadığımız bölgede bağımsız projeleri devreye sokmanın ne denli güç olduğunu gösterse de, bu yolun belli bir canlılığa kavuşturulması halen daha mümkün. Umut edelim ki, Büyük İpek Yolu yeniden canlansın…