Öncesi, yani çok öncesi de vardır. Âdem’in ölen oğlu için yazdığı mersiye ile yaşıt sayılsa yeridir yaşı. Tüm inanışlarda, semavi ya da değil tüm dinlerde, bütün kültürlerde, uygarlıklarda izleri vardır. Dini ritüellerin devamı için kullanılagelmiş her yerde. Mabette yani, mabet için ve mabet ulularınca. Dindar yaşlı Hristiyanların da dindar Yahudilerin de ellerinde, boyunlarında, bileklerinde görmek mümkün çeşitli varyasyonlarını.
Fark nedir bizimle onlar arasında? Bizde mabetlerde kalmamış, sokağa taşmış, hanelere varmış, ellerden düşmemiştir. Adı dillerden düşmeyeni zikretmek için ellerden düşmeyen bir nesne haline taşınmıştır. Hatırlamak ihtiyacını hatırlatsın diyedir. İsmet Özel’in de ifade ettiği üzere, İslam içinde kendisini eritmiş bir millet olan Türklerin hanesinde olabilir bir değer ancak. Bu da bir sağlamasıdır. 99 esmayı zikretmek için 99’luk olanı anlaşılırdır da 33’lük olanı nasıl anlaşılacaktır?
Mitleşmemiştir ama neredeyse her hanede her fert başına birer tane tedarik edilmiştir. Yaygındır ki her kisveye uygunu bulunmuş, doğrusu uydurulmuştur. Kadın tespihi de vardır, peder tespihi de hoca tespihi de vardır derviş tespihi de… Önceleri zeytin çekirdeklerinden, normal ve renkli taşlardan yapılmış. Sonra kıymetli olanın tekrarına vesile olduğu için kıymetli nesnelerden yapılmaya bakılmıştır. Dolgunluğu, işlenilirliği, ele yakışıyor ve elde akıyor oluşu dikkate alınmıştır sonra sonra. Taşların insan ruhuna dokunan faydası bilindikçe bu da artık dikkate değer bir husus olmuştur. Kuvvetli ağaçlardan, kıymetli taşlardan ve temiz türlü nesneden yapılagelmiştir.
Akikten tutun da firuzeye, neceften alın da yakuta pek çok taştan, abanozdan, öd ağacına, pelesenkten gül ağacına, yılan ağacından kukaya dek birçok ağaçtan ya da meyveden yapılıyor tespih. Elbette her ağaçtan her taştan yapılır istenirse. Saydıklarımız hem kıymetli hem keyifli tespihlerdir. İkisi vardır ki aralarında fikrim sorulursa aklımın döndüğünce onları bilir onları derim ben; kehribar ve kukadır. Tespih denildikçe akla gelenlerdir.
İcat ettiği, devraldığı ya da elini attığı her işi belli bir usul, kaide ve estetik duyarlılık çerçevesinde dönüştüren kadim medeniyetimiz elbette tespihi de kendi dairesi içerisinde muazzam bir zenginliğe taşıyacaktı, öyle de yaptı. Tespihin sanatın bir konusu haline gelmesi için Osmanlıların yetişmesi beklendi. Onlar yetişince incelik hükmünü eline aldı. Bütün tanelerin bir ipte birleştiği, iz ve işaret taşıyan başlığın yani "imame’nin kendisin"den tutun da, her 33’lük bölümü ayırmak için kullanılan "nişane"ye kadar ayrı bir hünerin konusu hâline gelmiştir. Ve elbette püskül! Deyip de geçmeyelim, o da nice formlarda varlık bulup, imamenin başını süslemiştir. Başta gelir, başa gelir.
Tane sayısı değişiktir. Aziz ve kutsal kabul edilenin temsili doğrultusunda anlam yüklenmiş, bölünmüş ya da artırılmıştır. Bizde yaygın olanı 99’luk ve 33’lük tespihlerdir ki, Allah’ın 99 ismine tekabül eden, doğrudan Allah zikrine matuf olduğunu gösterir. 33 de başkası değildir. Yine ilk kaynaklardan bize taşınan ilmi literatürde, bazı hadislerden bize gelen tespih isimlerinin, yani Allah’ın 99 esmasından üçünün tekrar ifadesine yarar. Toplamda 99’dur. Budizm’e taşıdığımızda işi, 108’lik ve 27’lik tespihlerden söz etmek mümkündür. Ama hem taşımaya hem açmaya gerek yoktur.
Bizde 99’luk ve 33’lüklerin yanı sıra beş yüzlük ve binlik tespihler de var. Son ikisi daha çok tekke ve dergâhlarda dervişlerin kullandığı tespihler. Bizimle diğer kültürler arasındaki farkı burada faş edebiliriz. Yaygın bilindiğinin aksine ve daha ziyade kahvehane milletinin insanlarıyla özdeşleşen 33’lük tespihler de aslında kahveyle ilgili değildir doğrudan. Kadir Ağabeyden (Şükrü Karatepe) öğrendiğime göre eskiler, 33’lük tespihin hikâyesini böyle anlatmışlar. 99’luk tespihin büyük ve uzun oluşu, tespih gezdirmek isteyenlerce dışarıda epey gürültülü bir görüntüye neden oluyor diye, hem tespih olsun, hem avuç içinde kaybolsun diyerek ortaya çıkarılmış bir şey. Yani o da 99’luk tespihlerle aynı vazifenin kenarında duruyor. Riya olmasın ama halk içinde de Hakk’ı da tespih etmiş olalım.
Çok çeşitlidir tane biçimleri. Yuvarlak, beyzi, şalgami, armudi, yarım beyzi ve yassıca yuvarlak, bizim buralarda sıklıkla yapılan çeşitleri tespihin. Kendi dili ve dünyası olduğu zaten anlaşılmıştır ancak yine de belirtmek gerekir, tane dediğimiz şeye habbe deniyor aslında. Nişaneye pul diyenler olduğu kadar imame sonrasında yer alan üç küçük habbeye de kamçı deniyor. Bittiği yer de hatime ya da tepelik. Uydurduğu ‘lik’ ekleriyle dili döndürdüğünü sananların, azala azala hepi topu birkaç kelimeden ibaret bıraktıkları Türkçenin içinde muazzam bir genişlik.
Nedir peki kıymetli yapan tespihi? Tespih işini bilen herkesin bu soruya vereceği ilk cevabı, başta vermemiz gerek; ustalık. O kadar ki malzemesinden daha mühim.
Öyle diyorlar. Bugün yaşayan ve dünyada eşi olmayan ustalardır bunlar. O kadar ki Osmanlı’daki ustalarla yarışır ustalardır; Sivaslı Metin Karakuş’tan Erzurumlu Bünyamin Korucu’ya, Elazığlı Mustafa Karabacak’tan Elazığlı Yusuf Usta’nın oğlu İbrahim Özgen’e kadar epey uzun ve kıymetli bir liste. Bir defaya mahsus, size özel ve tekrarlamaz tespihler işliyorlar yüksek bir titizlikle. Bu ustaların elinden çıkmış bir tespih belki bize bir şey demiyor ama bunun için servetini bir kenara koyanlar var. Bir diğeri de tespih habbelerinin, birbirinin aynı ve muntazam olması. Habbe deliklerinin küçüklüğü de kıymet ifade eden bir başka detay elbette. Ve son tahlilde nişanesinden hitamesine tam ve kâmil olmalı tespih. Eksiksiz güzellik.
Nedir ki bu velvele yabancısı olduğumuz bir dünya. Hiç öyle camilerde namaz sonrası müminlerin ihtiyaç hâsıl oldu diye uzaktan uzağa yerden bir birlerine sürüp de attıkları ‘hacı tespihleri’ değilmiş mesele. Yahut da kahvehane kenarlarında şık parmak hareketleriyle elde sallanan ipe dizili taşlardan ibaret kıymetli boncuk… Köroğlu’nun çağına değilse de yaşına yetişmişizdir, biliriz yani külhanbeyi işi değildir nihayetinde. Aziz ve temiz olanın simgesi, dua taneleridir. Şairin de ifade ettiği gibi, "parmak uçlarındaki huzur" diyebiliriz. Estetize edilmiş, sanatın konusu kılınmıştır. Bakmayın biz demediğime, yoksa estetize etmiş, sanatın konusu kılmışızdır tespihi.
Sanatı vardır ki o da bize mahsus yani. Bugün bile dünyanın her köşesinde ‘İstanbul işi’ denir bir ustalık ve zarafet çizgisi olarak anılır. Bu yabancısı olduğumuz dünyanın aziz ve mütevazı bir piri vardır Kapalıçarşı’da babası merhum Cemil Karatepe’den devraldığı tekkeyi bekleyen; Kadir Şükrü Karatepe. Onunla tanışıklığımız sonrası haberdar olduğumuz kıymetli bir dünya burası. Bildiğimiz değil, haberdar olduğumuz. Kimdir Karatepe? Tespihe saygısızlık eden ve onu elde sallanır bir nesne sanan müşteriye, almak istediği tespihi satmayan adamdır. Yetmez mi? Yaşayan büyük ustalarla birlikte tespihin gezdirildiğini bilen son birkaç isimden biri. Yalnız bizde olan, sadece bize mahsus olan bir kıymetin bekçisidir. Diğer tüm aziz bekçilerle birlikte ona da selam olsun!