Geleneksel Türk evi: Sofa düzeni ve plan tipolojisinin tarihsel gelişimi

Geleneksel Türk evleri, Türk mimari mirasının tarihsel gelişimini, kültürel birikimini ve sosyal yaşam biçimini yansıtan son derece önemli yapılar arasında yer almaktadır. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilen bu konutlar, her ne kadar farklı coğrafi bölgelerde, çeşitli iklim koşullarında, farklı malzeme olanaklarıyla ve değişken sosyal yapılar içinde inşa edilmiş olsalar da mimari anlamda belirli ortak nitelikler ve benzerlikler taşımaktadırlar. Bu ortak özellikler, geleneksel Türk konut mimarisinin karakteristik yapısını belirleyen temel unsurlar olarak kabul edilmektedir. Osmanlı’nın yıkılmasının ardından, imparatorluktan geriye kalan ve onun mirasçısı konumundaki birçok ülkede, bu mimari mirasla olan karşılaşmalar ve etkileşimler farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bu coğrafyalarda, Türk evlerinin varlığına karşı bilinçli bir yıkım ya da yok etme eğiliminden ziyade, tarihsel mirası kabullenme ve hatta sahiplenme yönünde bir tutum gelişmiştir. Bu yaklaşım, gelenek ile modernite arasında kopmaz bir bağ kurmayı hedefleyen, geçmişle gelecek arasında keskin uçurumlar yaratmaktan kaçınan bir mimari ve kültürel anlayışın ürünüdür. Bu nedenledir ki, Osmanlı konut mimarisine ait örnekler, çoğunlukla Türk nüfusunun azınlıkta kaldığı bölgelerde daha iyi korunabilmiş ve günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Türk evleri üzerine kapsamlı ve nitelikli çalışmalar gerçekleştiren mimar ve akademisyen Sedad Hakkı Eldem, geleneksel Osmanlı-Türk evinin zamanla büyük kentlerden başlayarak orta ölçekli şehirler, kasabalar ve hatta köylere kadar yayılan kentleşme süreçleri sonucunda yaşam alanı olarak giderek işlevini yitirdiğine dikkat çekmektedir. Ona göre, modernleşme süreci ve kentleşme eğilimleri, geleneksel Türk evlerinin özgün mimari yapısını tehdit eden başlıca etkenler arasında yer almaktadır.

Her ne kadar Osmanlı konut mimarisinin biçimsel ve yapısal özelliklerinin oluşumunda farklı etnik ve kültürel unsurlar, iklimsel koşullar, topografik faktörler ve dış etkiler belirleyici olmuş olsa da, bu unsurların özgün bir sentezle harmanlanarak ortaya konması, Osmanlı-Türk konut mimarisine has karakteristik bir yapının oluşmasına olanak sağlamıştır. Bu bağlamda, mimari kimliğin temel belirleyicisi olarak, Türk kültürüne ait geleneksel öğeler, sanat anlayışı ve yaşam biçimi öne çıkmaktadır. Dolayısıyla, Osmanlı evleri Kırım’dan Makedonya’ya, Bosna’dan Mora’ya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada bulunsa da, ortak motifler ve mimari karakteristik özellikler taşıdıkları görülmektedir. Bu durum, Türk mimari mirasının kapsayıcı, hoşgörülü, teşvik edici ve koruyucu niteliği ile açıklanabilir.
Osmanlı Beyliği’nin kuruluşundan 17. yüzyıla kadar olan süreçte inşa edilmiş konut ve konaklara ait orijinal örnekler günümüze ulaşmamıştır. Bu nedenle, erken dönem Osmanlı konut mimarisi hakkındaki bilgiler büyük oranda dolaylı kaynaklara dayanmaktadır. Bu tür veriler genellikle yüksek kesinlikten uzak olup, ancak sınırlı yorumlara olanak tanımaktadır. Bununla birlikte, o dönem mimari üslubunu yansıttığı düşünülen küçük ölçekli dini yapılar ile kamusal binalar –örneğin mescitler, küçük camiler, köşkler, zaviyeler, mahfiller ve kitaplıklar– konut mimarisinin temel özelliklerini anlamada önemli referans yapılar olarak değerlendirilmektedir.
İlk dönem Türk evlerinde, yapıların genellikle tek katlı olduğu, mimari terminolojiyle “tahtani” olarak adlandırılan bu tiplerin zamanla gelişim gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu evler bazen doğrudan zemin üzerine inşa edilmekle birlikte, çoğunlukla zeminden bir miktar yükseltilerek yapılmışlardır. Bu uygulama, hem rutubet gibi doğal etkenlerden korunma hem de daha sağlıklı bir yaşam alanı yaratma amacı taşımaktadır. Malzeme olarak, erken dönem Türk konut mimarisinde kerpiç yığma kullanımı yaygındır. Örtü sisteminde ise başlangıçta kerpiç dam tercih edilmiş, ancak ilerleyen zamanlarda bu sistemin yerini kiremit kaplı çatılar almıştır. 15. ve 16. yüzyıllara ait konut planlarına ilişkin bilgiler ise, o dönemden günümüze ulaşan konut kalıntısı bulunmadığından dolayı sınırlıdır. Buna rağmen, dönemin saray ve köşk kalıntıları, ev mimarisi üzerine fikir sahibi olmak açısından önemli ipuçları sunmaktadır.
Zaman içerisinde geleneksel Türk evinin kat sayısında artış gözlemlenmiştir. Ancak, yapının fonksiyonel merkezi niteliğindeki ana yaşam katı, yapı kaç katlı olursa olsun değişmemiştir. Bu ana kat genellikle en üst katta yer almakta olup, hem güneş ışığından daha fazla yararlanmak hem de hava sirkülasyonunu sağlamak gibi çevresel etkenler göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır. Tek katlı evlerde ise bu yaşam alanı, çoğunlukla zemin seviyesinden yaklaşık iki metre yüksekte konumlandırılmıştır. Yükseltilmiş bu katın alt bölümü, başlangıçta genellikle boş bırakılmış; ilerleyen dönemlerde ise işlevsel alanlara dönüştürülerek arabalık, ahır, samanlık ve depo gibi hizmet mekânları olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Plan tipolojisi açısından bakıldığında, oda sayısı ve bu odaların yerleşim düzeni, evin genel plan şemasının belirleyici unsurları arasında yer almaktadır. Orta sofalı plan tipinde genellikle dört ya da daha fazla odaya ihtiyaç duyulurken, köşe sofalı planlarda bu sayı daha az olmakta, iki ya da üç odadan oluşan daha kompakt düzenlemeler tercih edilmektedir. Odalar genellikle aynı doğrultuda sıralanarak mekânsal bütünlük sağlanmakta ve iç mekânla dış çevre arasındaki ilişkiler bu yerleşim düzenine göre şekillendirilmektedir.
Geleneksel Türk evinin en önemli mekânlarından biri olan sofa, ev içi sirkülasyonun yanı sıra sosyal etkileşimin de merkezinde yer almaktadır. Odaların doğrudan bu alana açılması, hem fonksiyonel hem de sosyal açıdan kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Sofa, yapının genel plan tipine bağlı olarak açık, yarı açık ya da kapalı biçimlerde düzenlenebilir. Erken dönem örneklerde sofa genellikle üstü örtülü, yan cepheleri tamamen açık bir geçiş alanı olarak kurgulanmışken; zamanla dış çevre koşullarından korunmak amacıyla bu açıklıklar kapatılmış, rüzgâr, yağmur ve soğuk gibi etkenlere karşı önlem alınmıştır. Mahremiyet ihtiyacının artmasıyla birlikte, sofa açıklıkları kafes sistemleriyle sınırlandırılmış ve zamanla bu açıklıklar camekânlarla kapatılarak büyük pencereler hâline dönüştürülmüştür. Bu mimari elemanlar, ilerleyen dönemlerde yapının kalıcı öğeleri arasında yer almıştır.
Sofa yalnızca bir geçiş alanı değil, aynı zamanda ev halkının gündelik yaşamını sürdürdüğü, toplu etkinliklerin düzenlendiği çok yönlü bir sosyokültürel mekân olarak değerlendirilmiştir. Bu yönüyle, Batı Avrupa konut tipolojisinde yer alan hol tipi ana mekânlarla işlevsel bir benzerlik göstermektedir. Sofanın daha az işlevsel kısımları ise dinlenme ve oturma alanı olarak değerlendirilmiştir.

Geleneksel Türk ev mimarisinde en ideal plan tipi olarak kabul edilen “orta sofalı” plan şemasında, sofa yapının tam merkezinde yer almakta ve dört bir yanı odalarla çevrelenmektedir. Evler genellikle iki veya üç katlı olup, alt katlar daha çok hizmet işlevine yönelik mekânlar (kiler, depo, ahır vb.) için kullanılırken, üst katlar yaşam alanı olarak düzenlenmiştir. Üst katların, genellikle dışa taşan ve "cumba" olarak adlandırılan çıkmalarla genişletildiği görülmektedir. Bu çıkmalar hem iç mekân hacmini artırmakta hem de sokağı gözlemleme imkânı sunmaktadır.
Geleneksel Türk evleri, yalnızca barınma ihtiyacını karşılayan yapılar olmanın ötesinde, Türk toplumunun tarihsel, kültürel ve sosyal yapısını yansıtan çok boyutlu mimari örneklerdir. Osmanlı dönemi boyunca farklı coğrafi ve iklimsel koşullarda şekillenen bu konutlar, yerel malzeme olanakları ve sosyal yapıya bağlı olarak çeşitlilik göstermiş; ancak temel plan şeması, mekânsal organizasyon ve estetik anlayış açısından belirli ortak özellikleri muhafaza etmiştir. Türk ev mimarisinde merkezi bir unsur olan sofa, sadece fiziksel bir geçiş alanı değil, aynı zamanda aile hayatının ve toplumsal etkileşimin odak noktası olarak işlev görmüş, bu yönüyle Batı’daki konut tipolojilerinden ayrılmıştır. Geleneksel yapının içe dönük karakteri ise mahremiyeti esas alan kültürel normlarla örtüşen bir mimari anlayışı yansıtmaktadır. Modernleşme ve kentleşme süreçleri, bu özgün mimari mirası tehdit etse de; hem mimarlık tarihçileri hem de kültürel miras savunucuları tarafından yapılan çalışmalar, Türk evlerinin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması adına önemli bir bilinç oluşturmuştur. Bu bağlamda, geleneksel Türk evleri, geçmiş ile günümüz arasında köprü kuran, kimlik taşıyıcı kültürel değerler olarak mimarlık tarihinde özgün ve vazgeçilmez bir yer edinmiştir.