Hafife alma ve yaşa: Köroğlu Dağı

Köroğlu Dağı.
Köroğlu Dağı.

Adını aynı isimli halk kahramanından alan Köroğlu Dağı; 2400 rakımlı, teknik ve klasik rotalara sahip bir dağımız. Yaz aylarında trekking için de tercih edilen dağ, eteklerindeki seyrine doyulmaz çam ağaçları ve dere yatağıyla meşhur. Zengin bir doğaya sahip olan bu dağ, tecrübeli bir tırmanışçıyı hiç zorlamayacakmış gibi görünür. Peki, gerçekten böyle mi?

Kışın yapacağımız 3000 üzeri rakımlı faaliyetlerden önce listede Köroğlu’nu gördüğümde, kar kampı ve antrenman niyetiyle gitmeye karar verdim. Zirvesi Uludağ’dan düşüktü, Kasım ayıydı, kamp yerine kadar da araçla gidecektik. “Oh oh tam keyif faaliyeti olacak” diye düşünüp adımı listeye yazdırdım. Heyecanla kamp çantamı hazırlamaya koyuldum.

Çam ağaçları arasında yaptığımız güzel bir yolculuk sonunda kamp alanına vardık. Çadırları dere kenarına kurduktan sonra bir saatlik yürüyüş yaptık. Faaliyet öncesi toplantıda sabah 5'te tırmanışa başlama kararı aldık ve dinlenmeye geçtik. Pazar sabaha karşı kar yağışı olacağını biliyorduk, buna rağmen irtifanın düşük diye mi nedir kendimi hiç tedirgin hissetmiyordum. Yattım uyudum. Fakat alarmın ardından duyduğum tipi ve fırtına sesi, ayrıca sıcaklığın akşama göre epey düşmesi karşısında “Ne oluyoruz yahu” dedim. Tedirginlik başladı.

Saatte 30 kilometre hızla esen rüzgârda başladığımız tırmanışa üşüye üşüye devam ediyorduk.
Saatte 30 kilometre hızla esen rüzgârda başladığımız tırmanışa üşüye üşüye devam ediyorduk.

Havayı aralıklarla kontrol ediyorduk, çıkışımız saat 7'yi bulmuştu. Yağış dinmişti, saatte 30 kilometre hızla esen rüzgârda başladığımız tırmanışa üşüye üşüye devam ediyorduk. Sonra bir arkadaşımız midesi bulandığı için geri döndü. 2100 metreye geldiğimizde kar iyice kendini gösterdi, hava daha da sertleşti. Çok daha zorlu hava şartlarına alışkındım ama insan Köroğlu’ndan böyle şeyler beklemiyor! Hoş, dağ bu sonuçta, ne bekliyordum ki, süzülerek düşen kar tanelerini sıcak kahvemle izleyecek değildim ya. Biraz keyfim kaçmıştı, altı üstü 2400 metrelik Köroğlu Dağı'ydı bu, nasıl böyle sert olur diye söyleniyor, dağı küçümsüyordum.

Altı üstü 2400 metrelik Köroğlu dağıydı bu, nasıl böyle sert olur diye söyleniyor, dağı küçümsüyordum.
Altı üstü 2400 metrelik Köroğlu dağıydı bu, nasıl böyle sert olur diye söyleniyor, dağı küçümsüyordum.

Arada telsizden geri dönen arkadaşımızı yoklayarak rotaya devam ettik. 5 saat sonunda 5 metrelik son dik vuruşu aşıp 20 metre düz ilerlediğimizde zirvede olacaktık. Normalde bu kadar sürmezdi ama dağın bazı yerlerinde önümüze çıkan kar yığınlarından dolayı geniş bir ay çizmek zorunda kaldık. Yağan kar altındaki buz tehlikesini biliyorduk, çığ riskini de es geçemezdik. Yağışsız gelen sert rüzgarların zeminde oluşturduğu buza yağan ilk kar, çığ tehlikesi taşır. Bütün bu tedbirleri alarak zirvenin dibine geldik. Asıl macera da burada başladı. Rehberimiz Emre ile birlikte yukarıda durumun ne olduğuna bakmamız gerekiyordu. Ekibi bekletmeye karar verdik, kazmalarımızı çıkardık, buzları kırmaya başladık. Kendimizi yukarı attığımızda esen rüzgâr ve yerdeki cam buz, ekibi buradan getirmememiz konusunda bizi fikir birliğine itti. Herkesin güvenli bir şekilde zirvede olmasını istiyorduk. Aşağı inip arka tarafı dolaştık. Zirvenin hemen altındaki çıkışı kullanacaktık. Dönen arkadaşa telsizle iki dakikaya zirvede olacağımızı söyledikten hemen sonra yolun yine buzla kaplı olduğunu gördüm. Ekibin tamamı burayı bu şekilde çıkamazdı. Krampon takmaları lazımdı ama bu da çözüm olmayacaktı.

Daha tecrübelilerin önden çıkıp ip hattı kurması gerekiyordu. Ekibe kuytu bir kayanın dibinde bizden haber beklemesini söyledik.
Daha tecrübelilerin önden çıkıp ip hattı kurması gerekiyordu. Ekibe kuytu bir kayanın dibinde bizden haber beklemesini söyledik.

Daha tecrübelilerin önden çıkıp ip hattı kurması gerekiyordu. Ekibe kuytu bir kayanın dibinde bizden haber beklemesini söyledik. Emre, ben ve Sedat ağabey kazmayla buzları kırarak basamak yapmaya başladık. Güvenli hattı kurduğumuzda tam bir saattir uğraşıyorduk. Biz öncüler sonunda zirveye varmıştık, sıra ekibin kalanındaydı.

Önde kazma ile basamak açmak benim görevimdi. Emre ve Sedat abi açtığım basamakları sağlamlaştırıyordu. Ekip bir şeyler yiyip içiyor, bizden gelecek işareti bekliyordu. Zirveye vardıktan sonra emniyet kemeri giymeleri için seslendik. Bu esnada yanımızdaki halatı çantadan çıkarıp 8'li alpin kelebek düğümü attık ve ucuna bağladığımız karabinayla halatımızı hazırladık. İki kişi yukarıda kaldı, bir kişi hattın başına indi. Gelenlerin hatta güvenli bir şekilde girip girmediğini kontrol edecekti. Tırmanışçı hatta girdiğinde halatın boşluğunu alıp güvende olduğunu hissettiriyorduk. Yaptığımız basamakları kimi kazmasıyla, kimi tamamen halattan destek alarak çıktı. Nihayet herkes zirveye dokunmuştu.

“İki dakika sonra zirvedeyiz” dememin üstünden 1,5 saat geçmişti. Ekip bizi beklerken üşümüştü. Bu esnada yemek de yediği için zirvedeki mola kısa sürmüştü. Bu çıkışın bir de inişi vardı tabii; dağda asıl kazalar dönüşte yaşanır. Bunun için ekibi tekrar iple indirmemiz gerekiyordu. Çıkarken arkaya bakmadığım için fark etmediğim eğim, inerken kendini belli etmişti iyice. Birkaç arkadaşa cesaret vermemiz gerekti. Doğrusu bu kısım biraz zorluydu ama ipin verdiği güvenle geri geri inebildiler. Bunu da kazasız belasız atlatmıştık.

Evet Köroğlu zirvesi tamamdı; dönüş başlamıştı. Açtığımız patikanın izi karşımızda duruyordu. İkisi Ağrı Dağı, biri Elbruz Dağı olmak üzere, çetin şartlarda onlarca tırmanış yapmıştım ama dağı hafife almamam gerektiğini Köroğlu tırmanışı bana bir daha anlattı. Ufak görünüyordu ama numarası çoktu! Klasik rotamız teknik rotaya dönüşmüş, rüzgâr bizi dövmüştü. Kazma, halat, emniyet kemeri dahil tüm teknik ekipman kullanılmıştı. Dağın havası dağda belli olur, derler. Başımıza gelen buydu, alçak yüksek fark etmeksizin her dağ farklı şekilde sınıyordu. Hiçbir dağı hafife almamalıydı.

Eee ne demişler sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına...