Hatay’ın binlerce yıllık tarihi ve kutsal mekânları ziyaretçilerini bekliyor

Hatay -Kadim ismiyle Antakya...
Hatay -Kadim ismiyle Antakya...

Rivayetlerin hüküm sürdüğü bu topraklarda, bir çok tarihi geride bırakarak bu güne uzanan masalsı bir şehir Hatay. Serüvenlerin iz bıraktığı bu şehrin her bir köşesinde dinleyebileceğiniz rivayetler ve hikayeler bulacaksınız... Sizi kendine çekecek ve hayran bırakacak... Yolunuz bir gün oraya düşecek olursa künefesini yemeden gitmeyin derim...

Bir şehrin kaderi

Her şehrin bir kaderi vardır; Hatay’ın ya da kadim ismiyle Antakya’nın da öyle. Bu topraklar, iki isminden de önce birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. İşte bu kader, M.Ö. 100.000 yıl öncesinden başlar. Hititler’den, Mısırlılardan, Asurlulardan, Perslerden, Büyük İskender’e ulaşır. Ve rivayete göre bundan yaklaşık 2320 yıl önce, Büyük İskender’in komutanlarından Antigonus ve Seleucus, Mezopotamya ile Suriye’nin yönetimi için aralarında savaşır ve kazanan Seleucus olur. Yeni bir kent kurmak isteyen Seleucus, Zeus’tan kendisine yol göstermesini ister ve bir kurban keser.

Kısa bir süre bir “devlet” statüsünde yer alan Hatay’ın “anavatan”a katılmasıyla birlikte son bulur ve kadim şehrin serüveninde yeni bir perde açılır.
Kısa bir süre bir “devlet” statüsünde yer alan Hatay’ın “anavatan”a katılmasıyla birlikte son bulur ve kadim şehrin serüveninde yeni bir perde açılır.

Kurban etini kaparak uçan bir kartal Silpius Dağı’nın eteği ile Oronte (Asi) Nehri’nin arasına konar. Seleucus, bunun Zeus’un bir işareti olduğuna inanır. M.Ö. 300 yılında kentin temeli atılır. Yeni inşa edilecek bu kente Seleucus’un babası Antiochus’un adı verilir. Nihayete bu sesleniş, bu çağırma 1. Dünya Savaşı’yla başlayan olaylarla birlikte tarihler 7 Temmuz 1939’u gösterinceye kadar sürer ve kısa bir süre bir “devlet” statüsünde yer alan Hatay’ın “anavatan”a katılmasıyla birlikte son bulur ve kadim şehrin serüveninde yeni bir perde açılır.

Asi Nehri
Asi Nehri

Dervişin izinde

Bu uzun macerayla birlikte birçok farklı kültür ve medeniyete ev sahipliği yapan Hatay çok önemli bir birikimin de taşıyıcılığını yapmaktadır. Bu birikimin köşe taşlarından birisi de, Kur’an-ı Kerim’deki Yasin Suresi’nde bahsi geçen Habib-i Neccar ve onun adına kurulan camidir.

Habib-i Neccar Camii, Anadolu’da kurulmuş olan ilk cami olarak bilinmektedir. Kıssada anlatılan ve “Şehre koşarak bir adam gelir…” diye bahsedilen kişinin Habib-i Neccar olduğunu inanan Müslümanlar, bu camiye ve çevresine büyük bir hürmet duymaktadırlar. Bunun yanı sıra Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde halkı “doğru yol”a çağırmakla vazifelendirilen elçileri Yahya, Yunus ve Şem-un Sefa’nın kabirleri bulunduğu için de Hristiyanlar tarafından da oldukça önemsenmektedir bu camii.

Habib-i Neccar Camii
Habib-i Neccar Camii

Dünyanın ilk mağara kilisesi

Hatay, söz konusu bu kadim tarihiyle sadece Müslümanlar için değil Hristiyanlar için de “kutsal” bir değere haizdir. Bu kutsallığın önemli bir merkezi ise St. Pierre Kilisesi’dir.

St. Pierre Kilisesi, Asi Nehri’nin batısında, Hac Dağı’nın batı eteklerinde yer alır. Kilisenin inşa tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Aziz Petrus’un ilk kez vaaz verdiği yer olduğuna inanılan mağaranın dışına, Hıristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan eklemelerle kilise formunu kazandığı görüşü hâkimdir.

St. Pierre Kilisesi
St. Pierre Kilisesi

St. Pierre Kilisesi, kendilerini ilk defa “Hıristiyan” olarak adlandıran insanların dinsel yaşamına tanıklık eder, Hıristiyanlığın, özellikle Aziz Petrus’un ilk “Papa” olarak kabul edilmesinden dolayı Katolik inancının yayılmasında bir merkez konumunu kazanır.

İlk mağara kilisesi.
İlk mağara kilisesi.

Hıristiyanlığın ilk kiliselerinden olan St. Pierre, diğer adıyla Aziz Petrus Kilisesi, 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından “hac” yeri olarak ilan edilir ve her sene 29 Haziran günü burada bir tören düzenlenir. Dünyanın “ilk mağara kilisesi” olarak kabul edilen bu yapı, Hıristiyanlığın Katolik, Ortodoks ve Protestan olarak mezheplere ayrılmadan önceki ilk kilisesi olarak kabul edilir.

Bir tatlıdan daha fazlası

Hatay’ın sahip olduğu birikim sadece tarihsel mekânlarla sınırlı değil elbet. Kelimenin hem gerçek hem de sembolik anlamıyla bir “medeniyetler sofrası” olan Hatay’a gelmişken o şahane lezzetten, künefeden bahsetmemek olmazdı elbette.

Künefe kelimesi Arapça knf kökünden gelen kunāfa yani “tel kadayıfı” sözcüğünden alıntıdır. Kelime, Arapça kanafa “kanadı altına aldı, kucakladı” fiilinde türetilmiştir.

Künefe kelimesi Arapça knf kökünden gelen kunāfa yani “tel kadayıfı” sözcüğünden alıntıdır.
Künefe kelimesi Arapça knf kökünden gelen kunāfa yani “tel kadayıfı” sözcüğünden alıntıdır.

Günümüzde Hatay ile özdeşleşmiş künefenin farklı yapılış şekilleri vardır ve bu ayrım, temel olarak kadayıfın ve peynirin türünden kaynaklanır. Direk tel kadayıf kullanılabildiği gibi, irmikle toklaştırılmış kadayıf da kullanılabilir. Benzer şekilde peynir olarak Hatay peyniri, lor peyniri, Antep peyniri gibi çiğ süte daha yakın, taze peynirler kullanılmaktadır. Ama hangi usulle yapılıyor olursa olsun Hatay künefesinin tadı yiyenlerin önce dilinde sonra kalbinde kalıcı bir iz bırakmaya devam eder.

Şairin söylediği gibi; “Akdeniz’in ufka doğru mora çalan mavisi” bir şehir var ise o Hatay’dır. Öyleyse yolu Hatay’a, kadim ismiyle Antakya’ya düşenler, Habib-i Necar’a selam vermeden, St. Pierre’de tarihin ve medeniyetin kokusunu duymadan ve künefenin tadına bakmadan Hatay’dan ayrılmasınlar.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım