İnsanlık halleri 2: İnsanın ağlama hali

​İnsanın ağlama hali.
​İnsanın ağlama hali.

Önce ağız açılır. Dudak kıvrımının alt ve üst dişlerin görüneceği şekilde geri çekildiği bir ağız açıklığıdır bu. Karanlık manzaradan dil, damak gibi ağız içi dokular görünür. Yarım bir nefes alma anında hava gürültüyle ağıza girer. Vücudun sarsıntılarıyla devam edecek olan dağınık müzik başlamıştır artık. Ahenksiz bir çırpınış kesintili ve fasılalı bir şekilde hem gırtlağı hem de göğsü engellenemez bir tazyikle işgal edecektir birazdan. Vücudun sarsıntıları başlamadan hemen önce yüzün çarpıklığı başlar. Dudağın kıvrılışının ardından elmacık kemiği şişer. Burun kanatları dışa doğru açılır. Alt göz kapağı ve göz çevresi kırışır ve konuşmaya varmayan bir sesli harf telaffuzu başlar. Fasılalı sarsıntı anında kiminin nefes bırakışı “a” sesini kimininki de “o” sesini hatırlatacaktır. Her kişinin kendine özgü bu ses diğer seslileri de çağrıştırabilir.

Bu tasvir size kahkahayı canlandırıyorsa acele ediyorsunuz. Çünkü gülmenin mimik-vokal ifadesi ağlamak ile neredeyse aynıdır. Leonardo da Vinci şu tespitte bulunuyor: “Gülen kişi ile ağlayan kişi arasında gözler, ağız ya da yanaklarda herhangi bir farklılık yoktur; tek fark, kaşların çatılışında görülür, ağlayan kişide kaşlar aşağı çekilir, gülen kişide yukarı kaldırılır.” Gülme, yüzün alt kısmının üst kısma doğru genişlemesidir. Ağlamak ise yüzün kendine doğru çekilmesi, küçülmesidir. Yüzdeki kas hareketleri ruhsal daralmanın bir ifadesidir adeta.

Ağlarken bedenimiz de aynı küçülmeyi gösterir. Kendimize doğru katlanırız. Başımız öne doğru eğilir. Oturur vaziyetteysek gövdemizi dizlerimize yaklaştırırız. Bir hayvanın savunma refleksi gibi kendi bedenimizi dünyanın şiddetine karşı kavileştirme, katılaştırma hâlidir bu. Savaşta isabet almamak için bedenini küçülten bir askere benzeriz ağlarken. Dünyada daha az yer tutmak, daha az yara almak çabası. Savaşı kaybettiğimiz yerdir çünkü ağlamanın başladığı yer. Ağlama esnasında yüzümüzü kapatışımız da benzer bir eylemdir. Her şey bir kavgada, bir savaştakine benzer şekilde gelişir. Gülme ile ağlama arasında en temel ayrım öznenin edilgenlik durumudur. Ağlarken edilgen özne, çaresizliğin kabulünü yaşar. Ağlamada dünyadan bize doğru bir şiddet mevcuttur. Gülmede ise bizim şiddetimiz dünyaya doğrudur. Ağlama ötekinden bize gelen bir tesirin sonucuyken gülmek bizden ötekine giden bir tesirdir. Ağlamanın sebebi olan psikolojik ve biyolojik etkenler bizi âciz hâlde bir hareketsizliğin içinde bırakır. Biri ölür, ölüm her şeye galebe çalar ve ağlarız. Ağlama biçimlerinde bizi tesiri altına alan öteki hep güçlüdür. Geri dönüşsüzlüğün bütün ağırlığını hissettirdiği yerde gözyaşı dökeriz. Ölüm, bizi sahnenin dışında bırakan bir ayrılık, başkasının şiddeti karşısındaki çocuk güçsüzlüğü, dini haşyet duygusu… Her ağlamanın içinde bizim mutlak acizliğimiz saklıdır. Bu acizliği biz de saklamak isteriz, bedenimizi küçültür, yüzümüzü saklar ve ağlarız.

Ağlarken bedenimiz de aynı küçülmeyi gösterir. Kendimize doğru katlanırız.
Ağlarken bedenimiz de aynı küçülmeyi gösterir. Kendimize doğru katlanırız.

Mekân küçüldükçe psikolojik yoğunluk da artar. Bu yüzden ağlarken hep küçük ve uzak yerlere kaçma eğilimindeyizdir. Ağlayacaksak masadan kalkar ve lavaboda ağlarız. Yatakta, yorganın içinde ağlarız. Arabada dökülen gözyaşları da böyledir. Filmler otomobilde ağlayan karakterlerle dolu. Otomobilin içi bireyin kendiyle baş başa kaldığı, kendine eğildiği rahim benzeri bir ortam sunmaktadır. Dar ve yalıtılmış bir mekânda bireyin düşüncesinin eksenini kendisi oluşturur. Tabiatın sert kurallarının geçerli olduğu yerde güçsüz olan fazlalıktır. Ağlarken düşüncemiz bu fazlalıktan, kendimizden kurtulmayı arzular. Yanımızda biri varken ona sarılarak ağlamamız bile bir yardım ihtiyacından çok kendimizi başkası ile birleştirip, kendimizdeki bir şeyleri onun varlığıyla azaltmak içindir. Dövünmek fiilini düşünelim. Aynı eylemi aslında bir şeyin hacmini azaltmak için yaparız. Havanda bir nesneyi dövmek gibi. Ağlarken dövünürüz, kendimizi azaltmak isteriz. Yüzümüzü kapatırız, kendimizi saklamak isteriz. Başkasına sarılırız, varlığımızı onun gölgesinde örtbas etmek için. Dar ve mahrem yerlere kaçarız, kendimizi unutturmak için.