İstanbul’un su tarihi: Kemerlerden sarnıçlara uzanan mimari birikim

​İstanbul su mimarisinde su yolları ve sarnıçlar
​İstanbul su mimarisinde su yolları ve sarnıçlar

İstanbul’da su ve su yapıları Roma döneminden itibaren günlük hayatın her zaman önemli bir parçasıydı. Her ne kadar su ikram etmek, vakıf kurmak, bedava su dağıtmak gibi gelenekler Doğu Roma’da halk içinde yaygın değilse de kemerler, hamamlar, çeşmeler, sarnıçlar ve benzeri su mimarisinin temsilcileri bol miktarda yapılmıştır. Doğu Roma’nın yani Bizans’ın Sarayburnu civarında küçük bir kasaba olduğu ilk zamanlarda nüfusun azlığından dolayı sur içindeki su kaynakları ve kuyular ihtiyacı karşılıyordu. Daha sonra şehir dışından su getirme ihtiyacı doğmaya başladı. Bunun üzerine İmparator Hadrianus dağlardaki su kaynaklarını İstanbul’a ulaştırmış ve şehrin batısından Haliç’in kenar mahallelerine ve bugünkü Sultanahmet Meydanı civarına kadar iki su isale hattı yaptırmıştır. İkinci hat 242 kilometre ile su yolları arasında en uzun olanıdır. Üçüncü isale hattı İmparator Valens tarafından Belgrad ormanlarındaki suların bir kısmını getirmek için yaptırılmıştır. Dördüncü isale hattı da I. Theodosius tarafından yine Belgrat ormanlarından su getirmek amacıyla yaptırılmıştır. Bizans’ın su şebekesi 1204 yılındaki 4. Haçlı Seferi sırasında tamamen tahrip edilmiştir.

Fethin ardından İstanbul’un her tarafında başlatılan imar faaliyetlerinde su, hep birinci sırayı işgal etmiştir. Fatih Sultan Mehmet şehre temiz su sağlamak için ilk iş olarak eski su yollarının yenilenerek genişletilmesini, ayrıca yeni su yollarının da yapılmasını emretmiş, bu amaca uygun olarak da Bozdoğan kemerinin altına sıra sıra çeşmeler inşa ettirmişti. Yine bu dönemde İstanbul’da “Su Nezareti” kurulmuştur. Bu kuruluşun görevleri arasında; İstanbul, Galata, Üsküdar ve Eyüp taraflarının sularının güvenliği, yangın olduğunda gerekli suyun tedariği, su yollarının tamir ve temizliği, su yolu görevlilerinin denetimi ve şehrin su ihtiyacının tespiti sayılabilir. Su Nezareti’nin çalışanları ise; Su Nazırı, Su Yolcuları, Keşif Memurları, Korucular, Çavuşlar, Bent muhafızları ve Şehir sakalarıdır.

Halkalı Su Yolları, Kırkçeşme Su Yolları, Üsküdar Su yolları, Taksim Su Yolları, Hamidiye Su Yolları, Menba (Kaynak) Suları; Osmanlı döneminde İstanbul’un büyük su yolları ve tesisleridir. Bunlar; görüldüğü gibi genellikle geldikleri ve dağıldıkları yerlere göre isimlenmişlerdir. Halkalı Suları; İstanbul’un batı ve kuzeybatısında yer alan Halkalı ve Cebeciköy arasındaki bölgeden getirilen sulara verilen isimdir. Halkalı suları İstanbul’da sur içi bölgesi ve tarihi yarımadanın su ihtiyacını karşılamış ve 16 adet bağımsız su dağıtım sisteminden oluşturulmuştur. Kırkçeşme Suları; Osmanlı Döneminde yapılan en büyük su tesisi olarak, İstanbul’un kuzeyindeki Belgrat Ormanı ve çevresindeki suları toplamaktadır. Üsküdar Su Yolları; Kanuni dönemine kadar küçük ölçekli bir yer olduğundan kendi kaynak ve kuyu sularıyla yetinen Üsküdar’da, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ilk kez dışarıdan su getirecek isale hatlarının kurulmaya başlamasıyla oluşmuştur. Taksim Su Yolu tesisleri, I. Mahmut (1730-1754) döneminden itibaren incelenmekteyse de yapılan araştırmalara göre, Taksim ve civarı için ilk isale hattı II. Bayezid tarafından Levent Çiftliğinden su getirilerek yaptırılmıştır. Ancak Yıldız Sarayı yapıldıktan sonra bu bölgede su ihtiyacı oldukça fazlalaşmış, bunun üzerine II. Abdülhamid tarafından Hamidiye tesislerinin yapılmasına karar verilmiştir. Resmen hizmete giriş yılı 1902’dir. Memba (Doğal kaynak) Suları; İstanbul’un her iki yakasında da pek çok farklı noktada halkın içme suyu ihtiyacını karşılayan önemli kaynaklar arasındadır. Bu membalardan kaynayan sular çeşitli büyüklükte hazne ve sarnıçlarda toplanıp, buralardan kanallarla, mahallelerdeki yüzlerce çeşme, hamam, cami şadırvanı ve diğer yapılara akıtılmıştır.

Sarnıçlar; hem Doğu Roma (Bizans) ve hem de fethin ardından gelen Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti boyunca İstanbul’da yapılagelmiş su tesislerindendir. Her ne kadar Osmanlılar durgun suyu pek sevmez ve içmezler ise de Fetihten sonra İstanbul’da Bizans’tan kalan sarnıçlar ve yeni yapılanlar, şehir halkının su kaynağı olmaya devam etmiştir. Bazı sarnıçlar ise kurumuş, evlerin atık suları ve çamurla dolmuş ya da sebze deposu olmuştur. Serinlik ve rutubetin uygunluğundan dolayı ipek, iplik ve dokuma tezgâhları konulup imalathane hâlini almış olanlar da vardır. Sarnıçlar, bazen İstanbul’a uzak kaynaklardan su getiren büyük su yolu tesislerinin bir parçası olarak yapılabildiği gibi; bazen de şehrin yakınında veya içinde yer alan kaynakları ve yüzey sularını toplamak ve depolamak için, büyüklü-küçüklü çeşitli ebatlarda yapılabilmekteydi. Yapılış şekline göre sarnıçları ikiye ayırabiliriz. Üstü Açık Sarnıçlar; oldukça büyük boyutlu kare ya da dikdörtgen planları ve 10-15 metreye ulaşan derinlikleriyle önemli su depolarıdır. Kapalı Sarnıçlar ise üst örtüde çapraz tonoz, beşik tonoz, kubbeli tonoz veya kubbeli çapraz tonoz gibi sistemler kullanılarak üzeri örtülmüş su yapılarıdır. Bunlarda genellikle kare ya da dikdörtgen plan şemasının tercih edildiğini ve suyun havalanması için baca, menfez gibi elemanların kullanıldığını da görmekteyiz. Kapalı sarnıçlarda malzeme olarak duvarlarda ve üst örtü de tuğla kullanılmıştır. Ayrıca bu yapıların zemini ve duvarları Horasan harcı ile sıvanır ve su geçirmez hâle getirilirdi.

Sütlüce’den bir sarnıç örneği.
Sütlüce’den bir sarnıç örneği.

Gerek suya ulaşmanın gerekse suyu muhafaza ederek şehrin kullanımına sunabilmenin, medeniyetin en önemli göstergelerinden olduğu muhakkaktır. Bu bağlamda “Su Mimarisi”nin tarih boyunca dünya şehirleri içinde en önemli başkentlerin başında gelen İstanbul’un mimari geleneklerinde, en önemli yeri oluşturduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.