Kendimize ait bir dünya kurmak

Kendimize ait bir dünya kurmak.
Kendimize ait bir dünya kurmak.

Zamanla beraber dünyayı anlayacağımı, yaşamın kolaylaşacağını, hayat dediğimiz bu büyük sırrın aslına vâkıf olacağımı düşünürdüm. Fakat yıllar geçtikçe gördüm ki; dünyayı tecrübe ettikçe daha da karışıyor zihnim, bildiklerimi her defasında yeniden sorguluyorum, insana ve hayata maruz kaldıkça hayretim katlanıyor, âlem benim için daha da kaotik bir hâl alıyor.

Albert Camus, “İnsanı savunuyorum çünkü düştüğünü gördüm” diyordu.
Albert Camus, “İnsanı savunuyorum çünkü düştüğünü gördüm” diyordu.

Tüm bu karmaşa içerisinde izlenebilecek en iyi ve en sağlıklı yolun insanın kalbi olduğunu fark ettim. Albert Camus, “İnsanı savunuyorum çünkü düştüğünü gördüm” diyordu. İnsanı savunmak demek kalbi hatırlamak, onu korumak ve hatırlatmak demektir. Dünya, sofrasını alınıp satılan ve rakamlardan oluşan bir eve kurmuşken; güzel bir manzaraya bakmanın, şiir ezberlemenin, çiçek büyütmenin, düşküne el uzatmanın, güzeli sevmenin ve güzel sevmenin dünyaya verilecek en şık cevap olduğunu anladım. Kalpte ısrar ediyorum çünkü bir kalbe sahip olmanın dünyanın en büyük hazinesi ve şifası olduğuna inanıyorum.

Bir kalbe sahip olmak, kabul etmek ve kendi gündemlerimle yaşamaya devam etmek. Hayatımın şu döneminde yapmaya gayret gösterdiğim şeyler bunlar. Burası dünyadır, iki kapılı bir handır deyip olan biteni kabul etmek gerekiyor sanki. İnsan başına gelenleri ve dünyayı kabul etmeyince, her oluşu kendisine bir saldırı olarak görünce yaşamak daha da ağır bir hâl alıyor. Karşı çıktıkça kalbin çalkalanıyor, huzurunu kaybediyor ve nihayetinde seni karanlığa çekiyor. Oysa bunun yerine kendimize, "Yaşadığım bu kötü olaylar bana ne söylüyor, neyi öğretmeye çalışıyor?" diye sormaya çalışsak, hayatın usta öğreticiliğine kulak versek, yaşamak bir nebze de olsa kolaylaşacak ve hayat yolculuğunda ileriye doğru bir adım daha atmış olacağız. Bunun elbette ki yazıldığı kadar kolay olmadığını biliyorum fakat izlememiz gereken yolun bu olduğunu her insan gibi acı tecrübelerle öğrendim, öğreniyorum.

İnsan başına gelenleri ve dünyayı kabul etmeyince, her oluşu kendisine bir saldırı olarak görünce, yaşamak daha da ağır bir hâl alıyor.
İnsan başına gelenleri ve dünyayı kabul etmeyince, her oluşu kendisine bir saldırı olarak görünce, yaşamak daha da ağır bir hâl alıyor.

Yaşamın bu tahmin edilemezliğini kabul ettikten sonra geriye belirsizliklerle dolu dünyada kendi yönümüzü tayin etme işi kalıyor. Kendi yönümüzü tayin etmek demek aslında kendi gündemlerimizi belirlemek, kendi hayatlarımızı yaşamak demektir. Çünkü kendi hayatını yaşayan insanların sayısı her geçen gün daha da azalmakta. Siyasetin, maaş aldığımız patronların, hashtaglerin, televizyonun, gazetelerin, sosyal medya fenomenlerinin hayatlarını yaşıyoruz. Kendimize değil, onların işaret ettiği yerlere bakıp bize ait olmayan gündemleri içselleştirerek hayatımızı buna göre şekillendiriyoruz. Ve ne yazık ki bu gündemlerin büyük bir kısmı bizim dünya yolculuğumuza katkı sunmayacak, basit, sığ ve insan tabiatına, kalbine aykırı şeyler oluyor.

Bir kalbe sahip olmak, kabul etmek ve kendi gündemlerimle yaşamaya devam etmek. Hayatımın şu döneminde yapmaya gayret gösterdiğim şeyler bunlar.
Bir kalbe sahip olmak, kabul etmek ve kendi gündemlerimle yaşamaya devam etmek. Hayatımın şu döneminde yapmaya gayret gösterdiğim şeyler bunlar.

Toplumun büyük bir iştahla konuşmaya ve yaşamaya tutulduğu bu sahte ve çürütücü gündemlerden sıyrılmak, kalbi temiz tutmanın ve kendimiz olmanın en önemli yolu hâline dönüştü. Zira boğazımıza kadar battığımız bu kötülük açmazı ruhumuzu sıkıştırıyor ve güç bela ulaştığımız anlam parçalarını da elimizden çekip alıyor. Uyandığımız her günün sabahında konuşmak, tartışmak ve yaşamak istediğimiz yeni ve güya çok önemli gündemler oluyor. Kendimizi sürekli olarak bize ait olmayan kavgaların içerisinde bir şeyler ve birileri hakkında yorum yaparken buluyoruz. Birisi bitse bile ardından bir başkası konuluyor önümüze. Bir an bile boş kalıp gönlümüzün isteğince, kendimizce nefes alamıyoruz. Kendimize ve ailemize ayırdığımızı düşündüğümüz zamanlarda bile aslında başkalarının hayatlarını konuşuyor, düşünüyor ve izliyoruz. Sessizliğin olduğu her anda elimiz cebimize gidiyor ve o küçük renkli ekranın büyüsüyle birkaç doz dopamin enjekte ediyoruz beynimize.

Eğer sahiden de biraz sakinleşmek ve kendi yolumuzu bulmak istiyorsak; kendimize ait bir dünya, bir köşe ve gündem maddeleri oluşturmamız gerekiyor. Oluşturduğumuz bu alan şüphesiz ki bize sahici bir yaşam imkânı sunacak ve kendi kişisel tarihimizi anlamlı bir biçimde yazmamıza olanak tanıyacaktır.

Elbette ben de kendi başıma ve kendime bir sığınak oluşturmaya çalışıyorum. Yorulduğumda, üzüldüğümde, tahammülüm azaldığına oraya sığınıp kendimi ve kalbimi dinlemeye çalışıyorum. Yeni bir defter almak, kalem tamircisi Murat Usta’nın dükkanını ziyaret etmek, yeni çıkan mürekkepleri incelemek, dostum Seyyid Ensar ile el yapımı dolma kalemler üzerine konuşmak, Tarlabaşı’nda geceleri kaybolmak ve uyandığım o güzel rüyalara kendim inandırmak bana kendi yolumu bulmamda, kendim olmamda son derece yardımcı oluyor.

Toplumun büyük bir iştahla konuşmaya ve yaşamaya tutulduğu bu sahte ve çürütücü gündemlerden sıyrılmak, kalbi temiz tutmanın ve kendimiz olmanın en önemli yolu hâline dönüştü.
Toplumun büyük bir iştahla konuşmaya ve yaşamaya tutulduğu bu sahte ve çürütücü gündemlerden sıyrılmak, kalbi temiz tutmanın ve kendimiz olmanın en önemli yolu hâline dönüştü.

Televizyonları, sosyal medyayı, rant kavgalarını takip etmektense bize katkı sunacak, ruhumuza iyi gelecek, yaralarımıza merhem olacak konularla ilgilenmek son dönemde dünyanın unuttuğu ve ısrarla ötelemeye çalıştığı bir eylem haline dönüştü. Sanırım hepimiz için neyi kaybettiğimizi ve neyi bulmamız gerektiğini hatırlamanın vakti geldi.