Kılıçköy’de defineciler tahrip etti: Osmanlı şehitliği yok olma tehlikesinde

Tarihi keşfetmek için pedallıyoruz...
Tarihi keşfetmek için pedallıyoruz...

Macera tutkunu bir grup “meraklı”, tarihin talihe emanet edildiği Kılıçköy’deki şehitliği sizler için bir kez daha gün yüzüne çıkarma arzusuyla bisikletlerimize atlayıp yola çıktık…

Edirne’nin Enez ilçesi, şehrin merkezinden uzak bir sahil şehri olduğu için ziyaretçilerine hem deniz tatili yapmak hem de yıl boyunca biriktirilen yorgunluklardan kurtulmak için güzel bir alternatif sunuyor. İstanbul’dan Enez’e Keşan güzergahını kullanarak gitmek, yol ve zamanlama açısından daha ideal bir seçenek. İşte okuduğunuz bu yazıya konu olan tarihi mekan, Keşan ve Enez arasında katetmeye başladığımız 50 km’lik yolun 11. km’sinde gözümüze takılıyor ve hemen yeni rotamızı çiziyoruz.

Bir hafta sonu, bütün şehirlerin uyuduğu erken saatlerde bisikletlerimizle yola çıkıyoruz. Turumuz bulutların içerisinde başlıyor; her yer sis… Fakat tabiatın sürprizleri bizleri artık şaşırtmıyor. Bir arkadaşımız, “Artık her sabah böyle buralarda.” diyor, “Yarım saate bir şey kalmaz. Pedallamaya devam ediyoruz arkadaşlar. Hiç değilse ısınmak için buna mecburuz.”

Burada bir şehitlik var...
Burada bir şehitlik var...

Arkadaşımız haklı çıkıyor ve ilk kilometreyi tamamlar tamamlamaz ısınmaya başlıyoruz. Yaklaşık on bisikletli ikişerli şekilde, Enez yolunun güvenlik şeridinde ilerliyoruz. Bacaklarımız kasıldıkça sabahın soğuğunu unutuyor, muhabbet ettikçe de ısındığımızı fark ediyoruz. Biz yol aldıkça sis dağılıyor. Bulutlardan yavaşça yere inmiş gibiyiz;beyaz tabiata alışan gözlerimiz, sabahın beliren renklerini seçmeye başlıyor.

Bisiklete yeni başlayan dostlarımız için birkaç kez durup soluklanıyoruz. Grubumuzdaki bazı ekonomik bisiklet modellerinin teknik sorunları da, acemi arkadaşlarımızın işini zorlaştırıyor. Bu sebeple daha sık mola vermek zorunda kalınca, lastiği patlayan bir bisikletimize bir taraftan yama yaparken bir yandan da niçin Kılıçköy’e gitmekte olduğumuzu anlatıyorum arkadaşlara…

Burada bir "Şehitlik" var

Elimde, rivayetler konusunda bilgiler veren bir kitap var: “Keşan Tarihi”

Emekli bir öğretmen, çevreden duyduklarını derleyerek doğup büyüdüğü ilçenin tarihini elinden geldiğince bu kitapla kayda düşmek istemiş. Kitapta ilgimi çeken rivayetlerden biri, Kılıçköy’e dair aktarılan şu satırlardı: “Kendisini Kılıçköy’de ziyaret ettiğim eski muhtar Sami Güzeliş’in, meşelikteki mezarlığı beraber gezerken bana anlattığı bir anısını aktarmak isterim: ‘Yıllar önce Behlül Çomer, Keşan’da bana 20-30 çam fidanı vererek ‘Bunları meşelikteki mezarlığa dik. Oradakiler bizim atalarımız.’ dedi. Ben de bu gördüğün çamları diktim.”

Ben mezarlıktan bahsedince bir arkadaşım söze karışıyor, askerliğini Keşan’da yapan bir yakınının anısını bizimle paylaşıyor: “On günlüğüne Kılıçköy’e intikale çıkmışlar. Gece nöbetleri çok sıkıntılı geçmiş. Neden ki? Çünkü gece nöbetine kalkan askerler, kendilerine çok eski üniformalı askerlerin zaman zaman eşlik ettiğini görmüşler.”

Ağaçların arasında apayrı bir dünya...
Ağaçların arasında apayrı bir dünya...

Bu parapsikolojik hikaye, kitaptaki bol rivayet hem içimizi ürpertti hem de gideceğimiz yere dair ilgimizi artırdı. Az sonra köyün merkezine ulaşıyoruz. En öndeki arkadaşım köy kahvesini işaret edince, yol muhabbetimiz çayla devam ediyor. Kahvede, bize Kılıçköy Şehitliği’nin Osmanlı’dan kalma, tahminen I. Murat döneminden, 670 yıllık bir yer olduğu anlatılıyor.

Tam bilen yok. Taşlar eski ve bakımsızmış. Köyün ismi de bu şehitlikten geliyormuş. Bir bölük askerin buralarda bir yerde baskına uğradığı, kılıçtan geçirilip bu mezarlığa defnedildiğini söylüyorlar. “Gidin görün, resmini internete koyun” diyor kahvedeki çaycı. Tamam diyoruz, oradan ayrıldıktan 5 dakika sonra ağaçlar arkasına saklanmış, ürkütücü ve unutulmuş mezarlığa ulaşıyoruz…

Ağaçların arkasında apayrı bir dünya

Mezarlığa yaklaşırken en öne geçiyorum. Sık dikilmiş meşe ağaçları ve aralarında belli belirsiz çamlar var. Ağaçların arkasında ise apayrı bir dünya… Fakat ağaçların yola bakan kısmı ise maalesef gelen geçenin ve akşamcıların çöplüğüne dönmüş durumda. İçeriye giriş için bir gedik arıyoruz. Arkadaşım Hamza, yan taraftan aşağıya doğru inen bir patika buluyor ve hep birlikte patikadan iniyoruz.

Kıymet bilmez insan oğlu...
Kıymet bilmez insan oğlu...

Mezarlığı yola paralel bir şekilde tam ortasından kesen, bir traktör tarafından açıldığını düşündüğümüz patikada ilerlerken yüzyıllardır bu meşeliğe bu ürpertici sessizliğin hakim olduğunu hissediyoruz. Bisikletlerimizden inip taşları inceliyoruz. Her haliyle yüzyıllar öncesinden ibretler sunuyorlar bizlere.

Mezarlıklar dümdüz olmuş, toprak kabarık değil. Hiçbirinin etrafı çevrelenmemiş. Taşların kimi üçgen şeklinde, kimi sivrice, kiminin üzeri iki yarım daire gibi özensiz bir taş işçiliği ile şekillenmiş durumda. Ancak hiçbirinin üzerinde isim yok. Ne Osmanlıca ne Arapça, tek bir kelime, tek bir harf yok...

Burada yatanlara dair, başlarında dikili taşlardan başka hiçbir iz yok... Mezar taşları arasında bazen bir su damacanasına, bazen bir gübre çuvalına, bazen de içki şişelerine rastlıyoruz. Besbelli ki bizden önce de burayı keşfedenler olmuş. Sadece ortadaki patikadan geçip gidilmemiş, birileri ölmüşlerin diyarında zaman öldürmüş, sonra da boş zamanların posasını burada bırakıp gitmiş…

Şehitliğin görmezden gelindiği traktör yolu...
Şehitliğin görmezden gelindiği traktör yolu...

Çekebildiğimiz kadar fotoğrafını çekiyoruz mezar taşlarının. Her haliyle ibretlik bir yerdeyiz. İsimlerini dahi bilmediğimiz insanların defnedildikleri bu eski mezarlığın yanından, yıl boyunca nice insan habersizce tatile gitmek için geçip gidiyor. Tatil mekanlarının resimlerine basında ve internette sıklıkla rastlayabiliyoruz. Sahil şeridine yakın tarihi kalıntılara da ulaşmak kolay. Ancak yüzlerce yıllık tarih nöbeti tutan bu taşlara dair internette ve muhtelif kaynaklarda iz bulmak hiç de kolay değil.

İsimleri ile birlikte varlıkları da unutulmuş gibi bu insanların. Ortalıkta, öyle anlatıldığı gibi periler cirit atmıyor ancak eve varınca da aklımdan çıkmıyor bu mezarlık. Gece uykumu kaçırıyor. Tekrar tekrar araştırıyorum, sorup soruşturuyorum, duyan bilen yok. “Orada mezarlık mı varmış?” diyor çoğu kimse. Sonra zaman geçiyor, başka turlara çıkıyoruz; gün geçtikçe biz de unutuyoruz Kılıçköy Şehitliğini...

Kıymet bilmez insanoğlu

Aylar sonra bir işimiz gereğince arkadaşlarımızla yine Enez yolundan Kılıçköy’den bir sonraki köy olan Karahisar Köyü’ne bu kez arabayla gidiyoruz. Dönüşte şehitliğe gitmeyi teklif ediyorum. Elimde fotoğraf makinesi, aynı taşları fotoğraflamanın derdindeyim. Hava gayet güzel. Taşlar sükunetini ve ibretini muhafaza ediyor. Fakat bir problem var gibi. Arka taraflara doğru yürüdükçe, burayı henüz birkaç ay önce bıraktığımız gibi bulamadığımızı farkediyorum.

Bir sonraki gelişimizde burayı nasıl bir vaziyette bulacağız?
Bir sonraki gelişimizde burayı nasıl bir vaziyette bulacağız?

Mezarlığı ortadan bölen traktör patikasından artık iki tane var; birisi yine taşları devire devire geçip gitmiş buradan. Dahası, iki büyük mezar taşı sökülerek yatırılmış durumda. Üstelik altları epeyce oyulmuş. Hem de kazılan kısımdaki toprak, koyu rengiyle henüz yakın bir zamanda kazılmış olduğunu belli ediyor. Birileri, taşların altında define aramış gibi... Ne yazıkki Kılıçköy Şehitliği rahatsız edilmiş...

Köydeki kıraathanelerde Rumlardan kalma definelerin hikayeleri sıkça anlatılıyor. Trakya bölgesindeki yaklaşık 300 adet tümülüs, iki tip insanı heyecanlandırıyor hep: Tarih meraklılarını ve definecileri. Ve bu nedenle tarihin sunduğu görsel hazineler zamanla tutunamaz olabiliyor. Aylar önce bizlere varlığı ile ibret olan bu mezarlık, şimdi tahribatı ile ibret üzerine ibret oluyor. Şimdi başka bir endişe var içimizde: Bir sonraki gelişimizde burayı nasıl bir vaziyette bulacağız?

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım