Kobe’nin limanından dağlarına uzanan bu gezi rotası şimdi neden daha popüler?

Liman şehri ile dağ kasabası arasında salınmanın, yani dağın içinde denizle göz göze olmanın kendine has güzelliği. Denize bakan bir tepenin üstünde konumlanmış Kobe’den bahsediyorum. Mavinin yeşille boyandığı, az rastlanan bu coğrafi hususiyetiyle dikkat çeken Kobe, Hyogo eyaletinin başkenti olmakla birlikte aynı zamanda Japonya’nın on büyük şehrinden biri.

Tarih boyunca önemini koruyan stratejik limanı sayesinde dış ticaretle anılan, yabancıların ikamet tercihleri arasında hep ilk sıralarda yer alan Kobe, 1995’teki büyük depremde harabeye dönmüş olsa da, kısa zamanda ayağa kalkarak, bugün turist trafiğinin en yoğun olduğu cazibe merkezlerinden biri haline gelmiştir. Kobe, namını tüm dünyaya lokum kıvamındaki meşhur etiyle yaymış bir şehir. Bu konuda haklı olabilirler, çünkü yumuşak dokusu, aromalı lezzetiyle ağızda dağılan Kobe eti, müzik dinletilen, arpa suyu içirilen, serbest gezmelerine izin verilen Tajima sığırlarından büyük zahmetlerle elde ediliyor. Dingin bir hayat yaşayan, kas sistemleri gelişmeyen, sinir yapısı az olan bu sakin sığırlardaki hareketsiz yağ dokularının özel masaj seanslarıyla, yalnızca etin dış kısmını sarması değil, etin ortasına doğru nüfuz etmesi de sağlandığı için, Kobe eti bir harita gibi görünür. Yalnızca bu eti yemek için bile Kobe’yi ziyaret eden turistleri görmek mümkün.
Japonya seyahatimizin merkez üssü Osaka’dan bindiğimiz hızlı trenle (Shinkansen) 15 dakikada fırtına gibi Kobe’ye ulaşıyoruz. Bu şehri gezmenin en güzel yanı küçük olması, içinde kaybolmanıza izin vermediği gibi, önemli noktaları birbirine oldukça yakın. Öğle vakti ulaştığımız şehirde Kobe eti yedikten sonra dolaşmaya karar verdiğimizde, Adana’daki kebapçılar gibi birçok alternatifle karşılaştık. Eli yüzü düzgün, sıra olmayan bir mekâna girip, ocak başına dizilmiş çekik gözlü müşterilerin yanına oturarak, verdiğimiz siparişin, şef tarafından elindeki bıçaklarla yaptığı küçük bir temaşa eşliğinde hazırlanmasını izledik. Gözümüzün önünde pişirilen etin servisi gayet güzel, çubuklara kolayca alışıyorsunuz zaten. Etin lezzeti kararında ama daha yumuşak bir eti yemiş olmanız gerçekten imkânsız, bir etin en kötü hali olan kayış gibi tabiri resmen tarihe gömülmüş durumda Kobe’de.

Et sefası sonrası ilk rotamız liman. Şehrin en canlı noktası Kobe Harborland, birçok mağazanın bulunduğu hareketli bir bölge, buradaki restoran ve kafelerde güzel vakit geçirebilirsiniz. Ardından yakın mesafedeki Liman Kulesi’ne uğrayıp, 108 metre yükseklikten şehrin manzarasını seyretmek mutlaka iyi gelecektir. Liman gezinizi tamamlamadan önce su boyunca uzanan dar bir tuğla yol olan Renga Soko’yu muhakkak adımlayın, kesinlikle seveceksiniz.

Kobe’de en sevilen yerlerden biri olan, ziyaretçilerin uğrak noktası -Nankinmachi adıyla da bilinen- Çin Mahallesi, Çin restoranları, sokak yemeği tezgâhları, hediyelik eşya dükkânları ve Çin kültürünü yansıtan genel atmosferiyle görülmeye değer. Filmlerinde Japon dövüş okulu öğrencilerini sürekli döven Bruce Lee’nin siyah şeritlere sahip sarı eşofmanlı o ikonik halinin resmedildiği küçük heykellerini Japonya’daki Çin Mahallesi’nden almak güzel bir sürpriz oldu. Çin mahallesinden sonraki durağımız "Japonya'nın İlk Camisi" unvanına sahip 1935 yapımı Kobe Camii. İdil-Tatar Türkleri tarafından yaptırılan ve Japon tarihindeki üç büyük felakete şahitlik etse de bugün dimdik ayakta duran, dış mimarisi geleneksel Hint stilinden, iç kısımları ise Türk mimarisinden esintiler taşıyan caminin ziyaretçisi çok.

Cami sonrası sıradaki rotamıza bakarken, Kobe’yi baş döndürücü bir hızla adımladığımızı fark ediyoruz, yorulduğumuzu da. Şimdi soluklanmak ve Akashi Kaikyo’yu, simgesel deprem heykelini, Rokko’daki şelaleleri, Meyve Çiçeği Parkı’nı, Kitano-cho sokaklarını, hamamları, sanat müzelerin, bitki bahçelerini görmek için yeni bir planlama yapma zamanı. Kobe, Osaka’dan bir sabah trenle ansızın gelip, akşamına geri dönülebilecek kadar kısa zaman aralığında gezilecek bir şehir mi, emin değilim. Derinine doğru adımlayıp, gecesiyle, sabahına ayrı özenler istiyor sanki Kobe. Tanıdıkça güzelleşen o şehirlere benziyor çünkü.
- Kobe beşlisi

- - Shin-Kobe teleferiğiyle Rokko’ya çıkmak
- - Dünyanın en uzun asma köprüsü Akashi Kaikyo’yu görmek
- - Meyve Çiçeği Parkı’nda dinlenmek
- - Steakland Kobe’de et yemek
- - Kitano-cho sokaklarında gezmek
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.