Ljubljana: Tarihi dokusu ve yeşil alanlarıyla gezginlere keyifli bir rota oluşturuyor

Avrupa şehirlerinden biri var ki adı kulağa hem melodik geliyor hem de biraz gizemli: Ljubljana. Slovence’de “sevgili” anlamına gelen bu isim, şehrin ruhuna da birebir uymuş. Ne abartılı kalabalığı var ne de yorucu bir temposu. Küçük, zarif, yeşil ve sakin... Ama aynı zamanda canlı, yaratıcı ve bol sürprizli. Eğer yolunuzu Orta Avrupa’ya düşürürseniz, Ljubljana kesinlikle “uğranacak bir şehir” değil, “özel olarak gidilecek bir şehir”.

Ljubljana’ya ulaşmak düşündüğünüzden kolay. Türkiye’den direkt uçuşlar zaman zaman bulunsa da genellikle aktarmalı uçuşlarla geliniyor. Viyana, Budapeşte veya Zagreb gibi şehirlerden kara yoluyla da ulaşım mümkün. Ayrıca, tren ve otobüs ağı oldukça gelişmiş. Ljubljana Havalimanı’ndan şehir merkezine 30 dakikalık bir yolculukla ulaşıyorsunuz ister taksi ister otobüs kullanabilirsiniz. Şehir küçük olduğu için merkeze vardıktan sonra, her yere yürüyerek gitmek mümkün.
Eski şehirde zaman akmaz
Ljubljana’nın kalbi, Tromostovje, yani Üçlü Köprü civarında atıyor diyebiliriz. Şehrin simgesi olan bu köprüler, Ljubljanica Nehri’nin iki yakasını birleştiriyor. Nehrin iki tarafı da Arnavut kaldırımlı sokaklarla, kafelerle ve tarihi binalarla dolu. Şehirde gezinirken hem bir Orta Avrupa kasabasında hem de bir sanat galerisinde yürüyormuş gibi hissedebilirsiniz. Eski şehir bölgesi oldukça kompakt ama her köşesi keşfetmeye değer. Renkli binalar, gotik kiliseler, Art Nouveau detaylar, küçük meydanlar ve bolca heykel… Özellikle ünlü mimar Jože Plečnik’in izlerini Ljubljana’nın her yanında görebilmek mümkün. Onun elinden çıkma pazar yerleri, köprüler ve meydanlar Ljubljana’ya özgün bir mimari karakter kazandırmış. Şehre tepeden bakan Ljubljana Kalesi ise hem manzara hem tarih isteyen gezginler için güzel bir durak. İster fünikülerle ister yürüyerek çıkabileceğiniz bu kaleden şehrin kırmızı çatılı silueti harika görünüyor. İçeride küçük ama ilginç sergiler, bir kafeterya ve bazı dönemsel etkinlikler var. Özellikle gün batımına yakın saatlerde giderseniz, nefes kesici kareler yakalamanız mümkün.

Ljubljana, sanatı ve tarihi sevgiyle kucaklayan bir şehir. Slovenya Ulusal Müzesi ve Slovenya Modern Sanat Müzesi hem geçmişi hem günümüz sanatını yakalamak isteyenler için ideal. Özellikle çağdaş sanatla ilgileniyorsanız, Metelkova bölgesine mutlaka uğrayın. Eski askeri kışlaların dönüştürüldüğü bu alan, bugün alternatif kültürün kalbinin attığı yerlerden biri. Rengârenk grafitilerle kaplı binalar, gece hayatı ve bağımsız sergiler Ljubljana’nın genç ruhunu yansıtıyor diyebiliriz.
Şehrin ruhu
Ljubljana’nın en büyük güzelliği belki de doğayla iç içe olması. Şehir Avrupa’nın en yeşil başkentlerinden biri. Nehir boyunca bisiklet yolları, yürüyüş parkurları ve sakin dinlenme alanları var. Arka planda ise yemyeşil tepeler, ormanlar ve kuş sesleri... Tivoli Parkı, şehrin en büyük parkı olarak hem yerel halkın hem de ziyaretçilerin nefes aldığı yer. Sabah koşuları, piknikler ya da sadece oturup kitap okumak için ideal bir alan.

Sloven mutfağı, İtalya, Avusturya ve Balkanlar’ın güzel bir karışımı gibi. Ljubljana sokaklarında dolaşırken göreceğiniz küçük restoranlar, sokak lezzetçileri ya da nehir kenarındaki kafeler, keşfetmeye açık damaklar için birebir. Burada gelmişken “Štruklji” adı verilen dolmalı hamur işi ve “Prekmurska gibanica” kesinlikle denenmeli. Ayrıca yaz aylarında düzenlenen açık hava yemek pazarları hem tatmak hem yerel halkla kaynaşmak için harika fırsatlar sunabilir.
Ljubljana büyük bir şehir değil, ama küçük olmanın avantajını çok iyi kullanıyor. Burada her şey elinizin altında, ama hiçbir şey yüzeysel değil. Tarih var, ama sıkıcı değil. Sanat var, ama burnu havada değil. Doğa var, ama sizi şehre küstürmeden... Ve en önemlisi: insanlar güler yüzlü, şehir huzurlu. Bazen çok gösterişli olmayan yerler, aslında en kalıcı izleri bırakır ya… Ljubljana da işte öyle bir yer. Eğer Avrupa’da farklı, samimi ve huzurlu bir şehir arıyorsanız; Ljubljana sizi fazla yormadan mutlu etmeye hazır. Hem bazen en güzel yolculuklar, haritada en büyük görünen yerlerde değil, sessizce bir köşede duranlarla başlar.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.