Lütfen sarı çizgiyi geçmeyiniz: Habipler-Topkapı hattında duygu durumları

Habipler-Topkapı hattında duygu durumları.
Habipler-Topkapı hattında duygu durumları.

HEYECAN: Yarın Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi maçı var.

Modern dünya, kadınların olduğu kadar erkeklerin de kendi ontolojik tabiatlarının devamlılığını sağlayacak faaliyetleri yasaklamıştır. Bir ata binip uçsuz bucaksız ovalarda düşman ordularla çarpışamayız ya da ağır odunları eve taşırken güç gösterimizi, inadımızı ve mücadele azmimizi gösteremeyiz… İşe otobüsle gidiyor, evi kombiyle ısıtıyoruz. İşte tam da orda mücadele ve güç azmimizi, safi niyetimizi, sevdamızı, başarma arzusunu karşılayan, “düşmanı” yenen zararsız bir savaş biçimi ortaya çıkıyor: Futbol… Galatasaray rakip takımları yenerken, biz de binlerce yıllık ihtiyacımızı, Âdem babamızdan gelen bir hissi yaşıyoruz o maçta. Kendimizi binlerce kişi olarak ifade ediyoruz hep bir ağızdan:

Dört sene üst üste şampiyon olduk

Avrupa’nın kralı olduk

Gerçekleri tarih yazar

Tarihi de Galatasaray…

  • Bu Hatta Dinlenilecek Müzik: Müslüm Gürses – Sevda Yüklü Kervanlar

ÖFKE: Dünyanın en Dünyanın en berbat zalimi.... İsrail’e kimse dur demiyor.

Dünyanın en zavallı hissidir belki de evde yemek yerken canlı yayında çocukların bombalar tarafından yendiğini görmek. Utanmadan, "Bu ekmek bayat tazesi yok mu?” sorusunu sorarız mesela. Savaşın ilk günleri düşen görüntüler kahreder bizi. İki tabak yemek yerine bir tabak yemek yeriz. Boykot ürünlerini almayız ve elimizden gelen ancak bu deriz. Ama birisi çocuğumuza tokat atsa onu doğduğuna pişman ederiz. Ya da çantamızı çalsa… Caps yapmayı öğrenir, sosyal medya üzerinden zekice capslar paylaşırız. Savaşın başlangıcından bugüne bütün bir insanlık caps yapmayı, zeki ve öfkeli tweetler atmayı öğrendi. İsrail’in bombaları bizi; öfkeli ve zeki birer yazar ve grafik tasarımcıya döndürdü. “Sana öfke duymak iş güç sahibi yapıyor beni İsrail / İnsan yazar ve grafik tasarımcı oluyor mesela…”

ÜZÜNTÜ: Bayram tatilinde köye gidemedim yaaa. Gelecek bayrama kısmetse.

Her ülkenin kendi dair bir seyahat ve izin kültürü vardır. Araplar yaşadıkları coğrafi şartlar nedeniyle yeşilin bol olduğu ormanlık ülkelere seyahat ederler. Avrupalılar yaşadıkları bölgenin kurumsallığından ötürü, hippi modeliyle, kurumsallığın gündelik hayatta görünümünün az olduğu ülkelere ziyaretlerde bulunurlar. Türkler ise genellikle yurtiçi bir seyahat planı yaparlar. Bunun birkaç sebebi var. İlki coğrafi özellikler. Türkiye mevcut coğrafyasıyla, dünyanın farklı bölgelerindeki birçok tabiat güzelliğini kendi içinde barındırıyor. Dört mevsimin yaşandığı, dağların, bozkırların, ormanların, karlı dağların, güneşin hüküm sürdüğü sahilleri… İbn-i Battuta’nın, “Tanrı buraya dünyadaki tüm güzellikleri paylaştırmış” dediği gibi. İkinci sebep tabii ki iktisadi. D Son sebep ise vefa seyahatleri. Türk kültürü, diğer kültürler gibi çok sayıda değişime uğradıysa da bozulmayan, her koşulda sağlam kalan o öz çekirdeğiyle hâlâ yaşamaya devam ediyor. Bu yaşama ve yaşatma ise “vefa” duygusuna dayanıyor. Herkesin ailesinin Anadolu’da yer alan o bozkır köyünden, orman köyünden yahu dağ köyünden türediğini düşünürsek, insanlar o ilk hikâyelerine, atalarına ancak memleketlerini yani köylerini ziyaret ederek dönebiliyorlar. İsmet Özel’in de dediği gibi: “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön”

Türk kültürü, diğer kültürler gibi çok sayıda değişime uğradıysa da bozulmayan, her koşulda sağlam kalan o öz çekirdeğiyle hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Türk kültürü, diğer kültürler gibi çok sayıda değişime uğradıysa da bozulmayan, her koşulda sağlam kalan o öz çekirdeğiyle hâlâ yaşamaya devam ediyor.

GEÇMİŞ ACILAR: O kızla evlenseydiniz ayrılırdınız zaten kanka. Hayırsızın biriydi.

Dünyadaki bütün o büyük olaylar, hatta dünyanın yaratılış hikâyesi bile, her şey 'o'na dayanır. Tarih; siyaseti, ekonomiyi, dinleri, savaşları hepsini yazar. Ama aşkları yalnızca birkaç edebi eser üzerinden okuyabiliriz. Cengiz Han hangi sevginin yoksunuydu da bunun intikamını aldı dünyadan? Osmanlılar kime kavuşmak istiyordu da dört nala koştular Avrupa’ya? Bunların mantık çerçevesinde birçok sebebini bulabiliriz. Ama bütün bunların başlatıcısı, bütün tarihin o gizli öznesi kalbin yani aşkın, sivil tarihi bulamayız. Cengiz’e dünyayı fethi salık veren bu duygu, sabah kalkıp işe giden, fatura ödeyen, ev kirası için uzun saatler çalışan bir adama, bir metro istasyonunda neler yaptırabilir? Yahut tersinden düşünürsek bir adam, bir aşkı mesaiden sonra bir metro yolculuğunda nasıl taşıyabilir?