Meğer ne imiş Tokat?

Tokat.
Tokat.

Tokat’a en güzel mevsiminde gitmişiz. O yüzden Tokat’ı yere göğe sığdıramıyormuşum. Arkadaşlar böyle söylüyor. Ve ekliyorlar: “Kışı çok fenadır. Donarsın.” Tamam da aynı şey Sivas için de geçerli değil mi? Erzurum hele soğuğuyla meşhur değil midir? Bir de güzelin her hâli güzel değil midir? İşin doğrusu, Eskişehir için söylediğim şeyi, Tokat için de rahatlıkla paylaşabilirim: Kışını da görmek isterim. Soğuğunu, buzunu… Onlar da mutlaka haziranda gittiğimiz Tokat’ın akzambakları kadar büyüleyicidir.

Sahi akzambak gördünüz mü hiç? Ben bu yıl ilk kez gördüm ve açıkçası büyülendim. Rengi, duruşu, salışını, kokusu ayrı bir letafet, ayrı bir zarafet. Akzambak diye bir Leyla var ki görenin Mecnun olmaması elde değil. Kokusunu her içime çektiğimde bambaşka bir bahara veya dünyaya yeniden doğduğumu sandım. Sadece akzambaklar için bile Tokat’a gidilir.

Tarihi yapılarıyla karşılaşınca, Süheyl Ünver’in hayranlık içeren sözüne katılmamak mümkün değildir: “Tokat meğerse ne imiş! Selçuklularla Osmanlılar, âdeta yarışa girmişler.” Tokat Ulu Camii’ne gidiyorsunuz, taşın şekillenişine hayran kalıyorsunuz. İç duvarlarındaki nakışlar, renkler… buradan günümüzde benzeri olmayan bir medeniyetin geçtiğini söylüyor. Caminin avlusunda başını kaldırıp kale kalıntılarına baktığınızdaysa, işte medeniyet, estetik burada, güvenlik ve güç ise orada diye düşünmeye başlıyorsunuz. Estetik; güven ve gücün gölgesinde yeşeriyor, büyüyor, gelişiyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, aynı konumda Tokat Müzesi var.

Ulu Camii.
Ulu Camii.

Müze olsun diye açılmış bir mekân değil burası. Gerçekten müzede Tokat’ın tarihini ve yöresel özelliklerini görüyorsunuz. İnce bir işçilik var bu müzede. Her ayrıntıya, farklı özenle yaklaşılmış. Müzenin yanındaysa, Yağıbasan Medresesi var. Bir zamanlar burası bilimin merkeziymiş, ayrıca rasathane olarak da kullanılmış. Medreseye girdiğinizde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin adımlarını duyuyorsunuz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî henüz hayattayken Tokat’ta bir Mevlevihane’nin kurulduğunu öğrendiğinizde ise, Tokat’ın Anadolu’da nasıl merkez şehirlerden biri olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.

Kazgolü Kuş Cenneti.
Kazgolü Kuş Cenneti.

Bir şehirde Ulu Camii var. Sonra o şehrin içinden Yeşilırmak geçiyor. Çevresi yemyeşil dağlarla çevrili. Sokaklarında herhangi bir rahatsızlık duymadan adımlayabiliyorsunuz. Bir sokaktan diğer sokağa geçtiğinizde ya Selçuklu’dan ya da Osmanlı’dan kalma çeşme, hamam, konak, medrese, cami, türbe vs bir eserle karşılaşıyorsunuz, daha ne istersiniz. Hele bir de Anadolu’nun en eski camisi olduğunu öğrendiğiniz, ismi de kendisi kadar etkileyici olan Garipler Camii’nin içine girdiğinizde… Tokat’ta aldığınız nefesin nefes olduğunu anlıyorsunuz.

Tabii ki bu yazıyı Yeşilırmak Köprüsü’nü anlamadan noktalamayacağım. Şair Ali Bal’ın verdiği bilgilere göre buranın asıl ismi Hıdırlık Taş Köprü’dür. Eski dönemlerde bu köprünün çevresinde kutlanırmış Hıdırellez Bayramı. Köprü de ismini bu bayramdan alıyor. Bir taş köprü aşığı olarak, Hıdırlık Taş Köprüsü’ne bakıp bakıp susuyorum. Ona ilgi çok; onun ilgisiyse, sanki dostluğunu çağlar boyunca yaşadığı Yeşilırmak’tır sadece.

Saat Kulesi.
Saat Kulesi.