Norman Bates ile Patrick Bateman sinemanın karanlık karakterlerini örnekliyor

Sinema tarihi boyunca kötülük, yalnızca şiddetin değil, kimliğin de meselesi olmuştur. Bazı karakterler, içlerindeki karanlığı gizlemek için toplumun dayattığı maskeleri takar; fakat bu maskeler bir süre sonra yüzlerine yapışır. Alfred Hitchcock’un Psycho’sundaki (Sapık, 1960) Norman Bates ve Mary Harron’un American Psycho’sundaki (Amerikan Sapığı, 2000) Patrick Bateman, farklı dönemlerin ama aynı türden bir yozlaşmanın sembolleri. Biri annesinin gölgesinde ezilmiş bir trajedi figürü, diğeri tüketim kültürünün soğuk bir ürünü. Her ikisi de kendi çağlarının “normal” saydığı düzenin içinden çıkar; bu da onları yalnızca birer katil değil, aynı zamanda toplumsal birer ayna haline getirir.
Norman Bates: Masumiyetin çöküşü

Norman Bates, Hitchcock’un elinde korkunun insani yüzüne dönüşür. İlk bakışta utangaç, kibar, hatta neredeyse çocuksu bir karakterdir; ancak bu zarafetin ardında hastalıklı bir bağlılık yatar. Annesinin ölümünü kabullenemeyen Norman, onun kişiliğini kendi içinde yeniden üretir ve sonunda “anne” ile “oğul” kimlikleri arasındaki çizgi silinir. Bu bölünme, yalnızca psikolojik değil, ahlaki bir çöküştür: Norman, sevgiyi koruma dürtüsüyle cinayeti bir savunma biçimine dönüştürür. Psycho, onun zihninde yaşayan sessiz çatışmayı kanlı bir melodram olarak sunar; annesine duyduğu sevgi, onu en insani yerinden zehirler. Norman Bates’in dehşeti, canavarlığında değil, kırılganlığında gizlidir: Cinayeti işlerken bile yalnızca “iyi bir evlat” olmaya çalışır.
Patrick Bateman: Yüzeyin altındaki hiçlik

Patrick Bateman ise 1980’lerin New York’unda paranın, statünün ve görünüşün tanrılaştırıldığı bir dünyada yaşar. Dışarıdan bakıldığında başarılı, yakışıklı, zengin bir Wall Street broker’ıdır; ama bu kusursuz yüzeyin altı çürümektedir. Bateman’ın şiddeti, Norman’ınkinden farklı olarak bir sevgi saplantısından değil, anlamsızlık ve boşluk duygusundan doğar. Tüketim toplumunun ürettiği “ideal erkek” imgesini öylesine içselleştirmiştir ki kendi insanlığını unutmuştur. Cinayetleri bile bir performanstır; kan, onun için duygu yerine geçer. American Psycho, kapitalizmin parlatılmış aynasında insanın ruhsuzlaşmasını anlatır; Bateman, bu aynada kendi suretini değil, yalnızca bir boşluğu görür.
İki Yüzyıl, Aynı Çürüme
Norman Bates ve Patrick Bateman, iki farklı çağın ürünü olsalar da aynı ruhsal boşluğun temsilcileridir. Norman, baskıcı aile yapısının ve bastırılmış arzuların kurbanıdır; Patrick ise özgürlüğün ve hazların sınırsızlaştığı bir dünyanın. Birini aşırı sevgi, diğerini aşırı bencillik yok eder. Norman insan ilişkisini koruyamadığı için deliliğe sığınır; Bateman ise ilişkileri sadece tükettiği için deliliğe sürüklenir. İkisi de kimliklerini toplumun beklentileriyle örerken, sonunda o kimliklerin altında ezilirler. Norman’ın cinayetleri geçmişin gölgesinde, Bateman’ınkilerse modern dünyanın parlak ışıkları altında işlenir. Fakat her iki ışık da aynı gerçeği aydınlatır: İnsan, kendini tanımadığı sürece hangi yüzyılda yaşarsa yaşasın, karanlığı hep kendi içinde taşır.


*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.