Numan Noyan ile modern sanatın yolculuğu, figür ve hafıza üzerine söyleşi

Ressam, küratör, sanat yönetmeni ve illüstratör Numan Noyan ile modern sanatların serüveni, önemi ve günümüzdeki önemi üzerine kapsamlı bir söyleşi yaptık…
Yolculuk nasıl başladı, figür senin evreninde nerede? Sanat senin için doğuştan gelen kapasitede mi, yoksa kültürel izlerde mi? Senin yolculuğun neydi nerede başladı? Sanatınızın özellikle resimlerinizin hikayesi nedir?

Çoğu zaman fiziksel olmasa bile düşün atlası üzerinde seyahat ediyorum. Kavramlar ülkelerim; her insan bir şehir ve anlatılmaya değer hikâyesi olan bir konum. İnsan dediğimiz varlık, anatomik olarak hayranlık uyandıran organik bir heykel. Bu heykelin çamuruna kavga, sevgi, hüzün, hırs gibi duyguların hikâyesini eklediğinizde güzeli arayışım başlıyor. Bir küçük Âdem, bir âlem. İnsan denilen şehri görmeye ve işitmeye başladığınızda sezgilerle boyanmış figürler ortaya çıkıyor. Ve sizinle bu konuda usta sanatçılar yani usta ressamlar arasında yazılı olmayan bir sırrı paylaşayım: Figür resmedebilmek, onu resmin konusuna dönüştürebilirseniz mümkündür; yani hayreti hayranlığa çevirip ekleyebilirseniz, böyle bir figür resmedebilirseniz, başarılısınız. Demek ki o şehri görmeye, işitmeye, sezgileriniz ile fark etmeye başladınız.
Hikâyem daha kendimi hatırlamadığım zamanlarda başlıyor aslında. Annemin anlattıklarıyla biliyorum bunu, “İzlediğin çizgi filmi resmederdin.” der. Yetkinlik ve yetenekler hiçbir zaman doğuştan sana bahşedilmiyor. Bahşedilen şey yolculuğun kendisi. Çizgi film izlerken kâğıt ve kalemi önüme bırakan kişi bana hediye olarak gönderilen “annem”. Hatırlarım, süslemecilik anlamında başarılı olduğu için yakın çevresi onu toplum için çok önemli olan gelin başı süslemeye, çeyiz sermeye (tüm çeyizi sergileme maksadıyla kreasyon seçkisi hazırlama), sünnet yatağı düzenlemeye çağırır gitmezse araya birilerini sokarak ricacı olurlardı. Babam ise zanaat anlamında çok yetenekli olsa da resme de yeteneği var. Akrabalarımızdan biri ara sıra sergileri olan naif bir ressamdı, köy sahnelerini resmeder kadınların kıyafetleri üzerindeki her detayı nakış gibi işlerdi. Aile harici ilk okulumda hikâyeye dahil: Kıymetli öğretmenlerin eğitimi dışında okulun dekorasyonu da etken. Birinci sınıftayım çok uzun bir koridorumuz var ya da çocukken bana uzun gelirdi, kantine gidip efsane sıcak bir simit ve buz gibi ayran içmek için duvarında bugün orijinalleri Harbiye Askeri Müze ve Millî Saraylar Resim Müzesi Koleksiyonu’nda bulunan resimler asılıydı, belki kırk adet eser. Bunun dışında kütüphane dersimiz vardı; o dersin işlendiği kütüphanede yazma eserler dahi bulunuyormuş hatta. Tabi çocukken fark etmiyorsun ama bir kültür hazinesinin içinde sessizce dolaşmışız uzun yıllar.
Yolculuk benim için fiziksel olduğu kadar düşünsel bir deneyim. Kişisel yolculuğum beni hali hazırda sanat yönetmeni olarak çalıştığım İstanbul Üniversitesi’nden TRT 2’de “İstisnai Renkler” yapımına taşıdı; ikisinde de temel hedefim samimiyetimi ve duruşumu kaybetmeden fayda bilinciyle hareket etmekti. Kişisel yolculuk bireysel bir yönetimi gerektirirken, sanatsal yolculuk toplumsal bir sorumluluk barındırıyor. Örneğin Sonsuzluk Sergisi’nde genç arkadaşların anısını geleceğe taşımak gibi.

Çok farklı disiplinlerde (resim, illüstrasyon, sanat yönetmenliği, küratörlük…) üreten bir isim olarak, bugün “geleneksel” sayılan görsel dilleri modern yorumlarla buluşturmak sence ne anlama geliyor? Kendi üretiminde, Numan geleneksel estetikle çağdaş anlatımı nasıl yan yana getiriyor?
Görsel ve işitsel sanatların arasında hareket ediyor olsam da resim benim için daima öncelikli. Evet, küratörlük ve sanat yönetmenliği alanlarında profesyonel bir üretimim var ama hepsinden önce bir ressamım. Bahsettiğiniz tüm yolculukların hafızasında, hep elinde fırça olan bir adam olmam var. Üstelik küratöryel süreçte analitik bağlamlarla tasarım gerekliliği, bir ressam olarak duygu ve sezgisel üretim hâlimi etkilemiyor. Farklı yönlerdeki felsefi alt yapılar bir sentez oluşturarak etkileyici projeleri mümkün kılıyor. Dediğiniz gibi, örneğine az rastlanır bir durumda olma hâli… Sürekli yakın, sürekli kıvılcım hâlinde.
Sanatın gelenek ve modernlik arasındaki hassas dengesi üretimimde adeta bir pusula. Geleneksel dil, kültürel bakiyenin en değerli parçası; modern yorum ise bu birikimi dünyanın dört bir yanına ulaştırmanın en hızlı yolu. Geleneksel bir sanatı ele aldığında, estetik bir formu dijital araçlarla yeniden canlandırmak, ruhunu bozmadan hızlanan dünyaya uyum sağlamak anlamına geliyor. Zaman zaman gelenekle yürüyebiliriz; hatta çatışabiliriz, eğer bu yeni üretimin önünü açacaksa sorun yok. Rotamız olacaksa gelecekte olmalı. Bugün olduğun yere rota koyamazsın çünkü zaten oradasındır, küçük yolculuklarda rotasız da olunabilir. “Bulunma” hâlinin bile kendi içinde bir üretimi var, yer işareti bırakırız o anı resmederiz. “Yerle Gök Arasında Bir Nakkaş: Nusret Çolpan” sergimizde ve şu an Depo No.4’te devam eden “Ayna, Fotoğraf ve Deneyim” sergimizde tam olarak bunları uyguladık aslında. Gelenekten gelen mirasın fotoğraflarını bir deneyim alanına dönüştürerek farklı bir biçimde bilince miras bıraktık.
“Bir görsel dilin yaygınlaşması, popülerleşmesi” sence o dilin bozulmasına mı yol açar, yoksa tam tersine onu canlı tutan bir imkân mıdır? Türkiye’de modern sanatların bugünkü görünürlüğüne bu açıdan nasıl bakıyorsun?

Popülerleşmeyi bir aktarma merkezine benzetiyorum: yoğunluk artıyor, riskler yükseliyor ama büyüme imkânı da katlanıyor. Bu durum beni rahatsız etmiyor. Türkiye’de sanat görünürlüğünün arttığını memnuniyetle gözlemliyorum; ancak görünür olmak kalıcı olmak için yeterli değil. Kalıcı etki için sanatın toplumsal duruşunu ve felsefi ağırlığını korumak şart. Popülerlikte hızla tüketilen estetik yüzeyin ötesine geçmek sanatın asıl sınavı. Popülerlik önemli ama bu yaklaşımda yalnızca estetik kaygıyı değil; sosyal sorumluluk ve tarihsel hafızayı da işin içine katmak gerekiyor.
Mesela “KUBBE: Filistin Zaman Tüneli” gibi projelerde, geçmişten günümüze acıyı ve direnci göz önüne taşıyarak popüler kültürün içerisine bilinçli bir şekilde yerleştirdik ki biz bunu yaparken sanat anlamında hiç kimse Filistin veya Gazze’den sanat diliyle bahsetmiyordu. Bu popülerlik ile bilinirlik, hafıza dolayısıyla kalıcılık barındıran popülerliği aşan, insanlığın geleceğine bir umut ve zafer aşılıyoruz.
TRT 2’de yayınlanan “İstisnai Renkler” yapımında rengin peşine düşmek nasıl bir serüvendi?
Bir rengin hikâyesi o coğrafyanın tarihini ve kültürel rotasını ne kadar anlatır? Renklerin hikâyesi birazda evrenin tarihi değil midir? Kesinlikle öyledir, çünkü tuvalin ötesine geçen, kimyasal ve felsefi bir yolculuktur renk. O yapımda sanatın, arkeolojinin ve kimyanın rehberliğinde antik çağlardan bugüne gelen sıra dışı renklerin peşine düştük. Bir rengin elde edilmesi için hangi bitkinin ya da madenin nerede bulunduğunu araştırmak; o coğrafyanın doğasını, ticaret yollarını ve kültürel zenginliğini keşfetmek demekti. Türk kırmızısının yolculuğu; yalnızca bir boyanın değil, bir imparatorluğun estetik ve ekonomik anatomisinin izini sürmekti mesela.
Hangi şehre “geç kalmış” olduğunu düşünüyorsun; görsel dünyanı besleyeceğine inandığın hâlde henüz yeterince yaşamadığın ya da içine giremediğin bir şehir var mı?
Saraybosna, Endülüs ve İstanbul ise hafızamda birer mekân. Kırılganlık, bilgelik, yitik ihtişam ve sürekli hareketin bir araya gelmesiyle şehirler adeta kendi dillerinde fısıldıyor; düşünce yapımı, dünya görüşümü etkiliyorlar. Bu şehirler benim için coğrafya değil; hafızanın farklı odaları. Saraybosna’nın kırılganlığıyla Buhara’nın ağır bilgeliği, Endülüs’ün yitik ihtişamıyla İstanbul’un bitmeyen telaşı aynı masaya oturuyor. Ben sadece onların konuşmasına izin veriyorum; bazen kavga ediyorlar, bazen birbirine yaslanıyorlar ve ortaya yeni bir dil çıkıyor. Mekânların hafızası var, sanatçıların ise sorumluluğu.
Kyoto, Buhara, Kudüs ve Semerkant benim için geç kalınmış şehirler. Asya’nın geometrik desenleri, taş işçiliği, ahşap ustalığı, renklerin felsefi kullanımı ve usta-çırak geleneğinin derinliği görsel dünyamı besleyecek en önemli kaynaklar arasında. Oralarda sessizce vakit geçirip geleneğin ve şimdinin yapısını içime sindirerek üretmek isterim. Her yeni rota, keşfedilmeyi bekleyen bir atölye.

İlk sorunda bana resimlerimin hikayesini sormuştun Ali, konuşulacak şeylerimiz daha çok ama resimlerim için belki bir bu kadar daha konuşmam gerekir, bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizinde farkındayım. O nedenle farklı bir buluşmada resimlerimden, hafıza arşivimden, onların düşünsel mimari alt yapısından, kavgalarımdan bahsetme sözüm olsun.