Orada bir göl var uzakta: Erciş

Van - Erciş
Van - Erciş

Anlatmakla bitmez mavisinin ve yeşilinin tonu.Gölü halkına göre bir deniz. Mavi ve yeşilin birbirine karıştığı,karın asaletini gösterdiği Van’ın Erciş’i göz kamaştırıyor.

Kim bilir nelere tanıklık etti koca deniz… Kim bilir kaç sevdalı gözyaşı döktü onun kıyısında… Kim bilir neler gördü, geçirdi gündüzü mavi, gecesi zifiri karanlık o deniz…

“Deniz” diyorum çünkü herkes oraya “Deniz” diyor…

Uçsuz bucaksız, güneşle uyanıyor her yeni güne ve tarihe doğru kapılarını aralıyor. Bu kez Doğu’dayız; Van’ın belki de en güzel yeri Erciş’teyiz. Anlatmakla bitmez mavinin, yeşilin tonu. Özellikle de yeşil; kışları beyaza bürünse de oraya “Yeşil Erciş” diyor halkı.

Kışları beyaza bürünse de orası yinede “Yeşil Erciş”
Kışları beyaza bürünse de orası yinede “Yeşil Erciş”

Yol hazırlıkları tamamdı; yanımda çok sevdiğim arkadaşımla havalimanının yolunu tutmuştuk. Bir heyecan vardı ki sormayın gitsin. İlk kez göreceğimiz bu yerde bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk. Uçağa bindik ve sonsuz maviliğe uzandık. Uçağın Van’a inmesine yakın müthiş bir manzara karşıladı bizi. Süphan Dağı, altında koskoca Van Denizi süzülen bir kuğuyu andırıyordu.

Bu güzel manzaraya şahit olmak herkese nasip olmaz diye şükrettim. Çünkü uçak Van Gölü üzerinden ağır ağır süzülürken, sanki başka bir boyuta geçiyorsunuz. Van’ın merkezindeki Ferit Melen Havaalanı’ndan sonra 90 kilometre daha yolumuz vardı. Elimizde fotoğraf makineleri, şaşkın şaşkın etrafı gözlemeye başlamıştık. Bir yanda Van Gölü bir yanda uçsuz bucaksız yeşil tarlalar.

İnsanın içini ısıtan bir manzara bu. Yolda bize eşlik eden arkadaşımız Suat, “Daha manzara başlamadı” dediğinde, makineleri kapattık radyoda çalan şarkılara eşlik etmeye devam ettik. Otele geldiğimizde tam manzaraya dalmıştık ki “Deliçay’a gidiyoruz” dendi.

Bir yanda Van Gölü bir yanda uçsuz bucaksız yeşil tarlalar.
Bir yanda Van Gölü bir yanda uçsuz bucaksız yeşil tarlalar.

Fotoğraf makinelerimizi yanımıza aldık, birkaç parça eşyamızla birlikte Deliçay’a, uçan balıkları görmeye gittik.

“Uçan balık” dediğime bakmayın! Bunlar İnci Kefali!

Üstelik sadece Erciş’te bulunan Deliçay’daki balık bendinde görülebiliyor. Bir türü de çok uzakta Alaska’da! Balık bendinin kıyısında bizi Ercişliler karşıladı. Anladığım bir şey daha oldu… Çayı sevmeyen biri olarak, nasıl bu kadar çay içebildiğimi gördüm! Muhabbet o kadar tatlıydı ki, zamanı unuttum kendimi Deliçay’ın suyunun akışına bıraktım.

Sadece insanların değil, hayvanlarında avı olan İnci Kefali...
Sadece insanların değil, hayvanlarında avı olan İnci Kefali...

İnci kefali göçü

Derken sohbete Prof. Dr. Mustafa Sarı girdi. Bize İnci Kefali’nin öyküsünü kısaca anlattı. Prof. Dr. Sarı, dünyada sadece Van Gölü’nde yaşayan bu endemik türün, ilkbahar aylarında yumurtlamak için Van Gölü’nün tuzlu-sodalı sularından, etrafındaki tatlı akarsulara göç ettiğini söylüyor ve ekliyor:

“Bu yoğun göç esnasında bazı insanlar bu durumu kapılarının önüne gelmiş bir fırsat olarak görüyorlar. Balık dereye yumurtlamak için gelmiş oluyor ancak bazı insanlar bu durumu avlanmak için kullanıyor”. Akarsuyun tersine giden balıklar havada uçar gibi muazzam bir görüntü sergiliyor…

Yöresel yemekler harika

Buraya kadar gelip de birbirinden lezzetli yöresel yemeklerden yememek olmaz. Ayran aşı ile açıyoruz öğünümüzü, ardından keledoş, helise, içli köfte, sengeser, kavurmalı uşgun ekşilisi, tandırda inci kefali, mıhla… Hepsi birbirinden lezzetli, hepsi birbirinden keyif aldırıyor insana. Yalnız burada tatmadan geçemeyeceğiniz iki şey var! Biri otlu peynir biri de elbette Van kahvaltısı! O peynirin ağzınızda bıraktığı hoş tada alışırsanız asla vazgeçemezsiniz.

İçli köfte
İçli köfte

Erciş’in merkezinde Peynirciler Sitesi’nde bulabileceğiniz bu peynirden eve dönerken almanızı tavsiye ediyorum. Fiyatı da oldukça uygun. Van kahvaltısına gelince, işte orada bir durun! O masada neler yok neler. Görüntüsü bile iştah açmaya yetiyor. Burnunuza gelen çörek ve sıcak ekmek kokusuyla önce bir kendinizden geçersiniz. Sonra sofraya sırasıyla, süzmeyoğurt, kaymak, bal, tereyağı, otlu peynir, kavurmalı omlet, süzme ayrandan yapılıp tereyağı ile servis edilen cacık, murtuğa, örgü peynir ve büyük bardak çaylar…

Kırgız köyü Ulupamir

14. yüzyılda Karakoyunlular’a başkentlik yapan Erciş Urartular’dan Osmanlılar’a pek çok uygarlığın izlerini taşıyor. Erciş tarihte kervan yollarının kavşak noktasında bulunduğundan ünü dünyaya yayılan bir yer.

İlçenin en önemli geçim kaynaklarından biri de Erciş Şeker Fabrikası…

Derken şeker fabrikasının arazisinde yapılan Oğlak Kapma Yarışı’na katılıyoruz. Yarışmaya katılanlar da farklı. Onlar Afganistan’dan göçen Van’ın Ulupamir Köyü’ne yerleşen Kırgızlar. Cirit’in ata sporunu icra ediyorlar. Her sene Haziran ayında bir festivalleri oluyor. Bu festivalle Kırgızlar, kültürlerini ve kimliklerini yaşatmaya çalışıyorlar. Ayrıca etkinliklerde Kırgızlara özgü, “Kökbörü” adlı at yarışlarını tertip ediyorlar.

Kökbörü at yarışı.
Kökbörü at yarışı.

Canavar var mı?

Hazır Erciş’e gelmişken, bir dönem ortalığı karıştıran Van Gölü canavarını da halka soruyoruz ve işin aslını öğreniyoruz. Aldığımız yanıta göre böyle bir şey tamamen uydurma…

Hikâyesi de şöyle: Bir gün bir köylü mandalarını otlatmaya Van Gölü kıyısına gidiyor. Mandalardan iki tanesi ortalıktan kayboluyor ve üç dört ay kadar haber alınamıyor. Mandalar kaybolduktan bir süre sonra bir sabah, bir üniversite öğrencisi göl kıyısında fotoğraf çekerken objektifine ilginç bir cisim takılıyor. Öğrenci bu cismin ne olduğuna anlam veremiyor ve fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğrafları gören herkes “Gölde canavar var” diye ortalığı karıştırıyor. Sonradan anlaşılıyor ki, köylünün mandaları gölde ölmüş, canavar denilen şey meğer mandaymış…