Sesiyle dünyayı fetheden tenor: Enrico Caruso

Enrico Caruso.
Enrico Caruso.

Enrico Caruso’nun tüm zamanların en iyi tenoru olduğunu ilan eden o keskin, coşkun, hüzünlü sesinin anlamları. Yakıcı ve duygulu. Karanlık bir gecede gökyüzüne sıralanmış yıldızların varlığı gibi. Ümit verici ve kederli. Opera tarihinin unutulmaz yıldızı, namı diğer Büyük Caruso’nun ruhu hâlâ buralarda. Sesini-şarkılarını bu dünyaya miras bırakarak gitmesinin üzerinden neredeyse koca bir asır geçti. Ama gücü, etkisi, şöhreti hâlâ taze. Napoli-Amerika hattında inşa ettiği devasa kariyeri; çalkantılı hayatı ve büyük mücadelesiyle birlikte anılmayı hak ediyor. Evet, sesini kaydetmeseydi, sadece şarkı söylediği o ana tanıklık edenlerin anlatacağı bir efsane olarak kalacaktı. Ama öyle olmadı, olağanüstü icraları kayıtlara geçti ve Napoli semalarında yükselen bir yıldız gibi parladı.

Caruso, Napoli’nin sesiydi. 25 Şubat 1873’te bu yoksul güney şehrinde doğdu. San Carlo all'Arena mahallesinde. Çocuk yaşta dökümhane işçisi olarak çalışmaya başladı, resim sanatına yeteneği vardı, işyeri ressamlığı yaparken arkadaşlarını neşelendirmek için şarkı söylemeye başladığında çok özel bir gırtlağa sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Yeteneği onu Peder Giuseppe Bronzetti'ye götürecekti. Tenor ile bariton arasında salınan tam oturmamış sesiyle 9 yaşında kilise korolarında filizlenen müzikal hayatı, şehrin en iyi hocalarından aldığı eğitimlerle derinlemesine kök salarak evrenselleşecekti, nihayet toprağını bulmuştu. Bir şarkıcı olarak asıl kariyeri 22 yaşında L’Amico Fritz isimli operayla ilk kez sahneye çıktığında başlayacaktı, artık herkes ondan ve sesinin görkeminden söz ediyordu. 1898'de Milano'daki Teatro Lirico'da Fedora'nın prömiyeriyle dünya çapında üne kavuştuğunda sadece 25 yaşındaydı. Napoli’deki popüler operaların yegâne kahramanıydı artık. Sesiyle yüzbinleri büyülüyordu.

Napoli’nin yemini

Caruso’nun sesi önce Milano’ya, ardından diğer İtalyan şehirlerine yayıldı. Güney Amerika ve St. Petersburg tiyatrolarında şarkı söylemeye gidecek kadar ünlendi. Buralarda binlerce İtalyan göçmen tarafından heyecanla selamlandı. Lizbon, Roma, Kahire, Londra ve Monte Carlo turnelerine çıktı. Avrupa başkentlerini dolaştı. 1901'de Napoli'deki S. Carlo'da Elisir d'Amore temsilinde yaşadığı bir başarısızlık sonucu aldığı eleştirel tepkiler, hayatının kırılma noktasıydı. Kariyerinin yönünü uzaklara çevirdi. Bir daha Napoli’de şarkı söylememeye yemin ederek gittiği New York’ta büyük bir coşkuyla karşılanacaktı. 1903'te New York'taki Metropolitan Opera House'ta olağanüstü bir başarıyla icra ettiği Verdi’nin Rigoletto operasıyla dikkatleri üzerine çekerek takip eden 18 opera sezonunda 37 farklı operada alkışlarla zirveye çıkarak yıldızlaştı. Amerika’yı da fethetmişti. Enrico Caruso kayıt yapan ilk tenordu. 1902 yılından itibaren plak yapmaya başladı. Ruggero Leoncavallo'nun Pagliacci operasından Vesti la giubba aryası, tirajı bir milyon barajını aşan ilk albüm oldu.

Kısa bir süre sonra Buenos Aires, Londra, Monte Carlo ve New York'ta sahneye çıkarak kendini kanıtladı.
Kısa bir süre sonra Buenos Aires, Londra, Monte Carlo ve New York'ta sahneye çıkarak kendini kanıtladı.

New York’ta Brooklyn Akademisi için düzenlenen bir gösteride, L’Elisir d’Amore (Aşk İksiri) isimli operayı söylemek üzere sahnedeyken, ağzından damlayan kanlara aldırmadan şarkısına devam etti Caruso. Ciğerlerinden dökülen son şarkılarıydı bunlar ve sesi fena hâlde kan kaybediyordu. 20 yıl yaşadığı New York’tan, yeminli olduğu memleketi Napoli’ye döndüğünde akciğerlerindeki rahatsızlık şiddetini arttırmıştı. Haziran 1921'de Nietzsche’yi iyileştiren Sorrento'ya taşındı. Mutlak sona yaklaşıyordu. 2 Ağustos 1921 sabahı 48 yaşında, doğduğu Napoli'de bir otel odasında hayata gözlerini yumdu. O yakıcı sesi kaldı geriye.

Lucio Dalla’nın onun son günlerine atfettiği Caruso şarkısıyla uğurlayalım şimdi bu ölümsüz tenoru.