Sporda o büyük hikayeler tekrardan karşımıza çıkmayacak

Sunucu ve Spor spikeri Erdoğan Arıkan Sakarya Adapazarı doğumludur.
Sunucu ve Spor spikeri Erdoğan Arıkan Sakarya Adapazarı doğumludur.

Büyük müsabakaların, büyük spor hikâyelerinin sesi usta spiker Erdoğan Arıkan ile mesleğe nasıl başladığını, spor ve yapay zekâ ilişkisini, sporda hikâyenin geri çekilip çekilmediğini, bir müsabakayı anlatmadan önce yapılan hazırlığı konuştuk.

Hikâyenin başlangıcıyla başlayalım: Kocaeli Meslek Yüksekokulu İşletme bölümünü bitirdiniz. Sonra 3-4 sene kadar boya ticaretiyle uğraştınız. Yolunuz nasıl oldu da spor medyasıyla keşişti?

Çocukluğumda bütün hayalim futbolcu olmaktı ve bütün çocuklar gibi sokakta top oynardım. Bunun yanında bizim çocukluğumuzda en önemli futbol olaylarından biri radyodan maç yayınlarıydı. Televizyondan yayınlar bu kadar yaygın değildi ve her hafta sonu oturup maçları dinlerdim. Maçları dinlerken önce kendimi futbolcuların yerine koyardım ama bir yandan da derdim ki spikerler ne kadar güzel ne kadar şanslı insanlar, hem maçı en güzel yerden seyrediyorlar hem de para kazanıyorlar... Ondan sonra yıllar geçti, ben amatör olarak futbol oynadım işte okul takımlarında Liseler Türkiye Şampiyonası'na üniversitede Üniversiteler Türkiye Şampiyonası’na katıldım oyuncu olarak, hayallerimi biraz gerçekleştirebildim, ondan sonra da hayata atıldım. İstanbul’da boya pazarlama şirketinde çalışırken TRT’nin spikerlik sınav ilanlarını gördük ve arkadaşlarımdan biri dedi ki “Bak senin sesin de fena değil sen de bu sınava gir.” Ben de dedim ki yani bu iş bana mı kaldı, üstelik o kadar kolay da değil. Bu sınav bir spor spikerliği sınavı da değil, genele açık TRT’nin televizyonlarına radyolarına spiker alımı yapılan bir sınav. Fakat kafama da takıldı gittim müracaatımı yaptım, çalıştığım şirkete çok yakındı İstanbul Radyosu. Sınavlara girdim ve sonunda kazandım. Çok mücadele ettim tabii ki hiçbir fikrim yoktu; diksiyon nedir, konuşmak nedir, spikerlik nedir hiçbir şey bilmeden girdim. Ondan sonra sınavları kazandım Diyarbakır radyosunda çalışmaya başladım. Üç sene sonra spor spikerliği sınavı açıldı ve o sınava girerek spor spikeri oldum. O zamandan, 1993-94’ten beri de TRT'nin spor servisinde spor spikeri olarak çalışıyorum.

Bir müsabakayı ister futbol ister diğer branşlar olsun anlatmaya başlamadan önceki hazırlık süreci nasıl oluyor, bir müsabakayı anlatacağınız kaç gün önceden belli oluyor? Nasıl hazırlanıyorsunuz?

Bir maça tabii ki çok fazla hazırlanıyoruz. Şöyle hazırlanıyoruz: Benim mesleğe ilk başladığım yıllarda tabii ki internet yoktu ve iletişim bu kadar güçlü değildi. Bu yüzden her sezon başı ülke futbollarının çıkardığı almanaklar, tanıtımlar olurdu. Onlardan edinmeye çalışırdık ve bir sezon boyunca işte İspanyol ligiyle ilgili çıkan o kalın tanıtımı saklardık hepimiz ve ondan çalışırdık. Spor servisinde bunlar vardı ve bu kitapçıklardan çalışırdık ilk yıllarda ama şimdi internetin hayatımıza girmesiyle gelişmesiyle birlikte tabii ki çok daha değişik bir çalışma şeklimiz var. Nasıl hazırlanıyoruz? Bir defa maçı anlatacağımız yaklaşık olarak bir hafta önce belli olur. Bir hafta önce o maçla ilgili çalışmalar yaparsınız. İki takımla ilgili bilgiler çıkarırsınız. Geçmişleriyle ilgili takımsal bilgiler. Sonra futbolcuların özel bilgilerini çıkarırsınız ve onları not alarak hazırlanırsınız. Bunun yanında da iki takım arasındaki maçlar nasıl sonuçlanmış, geçmişe gidersiniz biraz. Biraz bilgilendirmek için teknik adamların araştırmalarını yaparsınız hakemleri çalışırsınız ve bu şekilde notlar çıkararak yaklaşık yirmi yirmi beş sayfalık dokümanla maça girersiniz.

Yapay zekâ karşısında sporun durumunu ve geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yapay zekâ sporu ele geçirecek mi?

Yapay zekâyı da insanlar oluşturacağına göre ben sporu çok fazla ele geçireceğini düşünmüyorum ama sporun şeklini değiştirebilir. Başarıyı etkileyebilir. Belki zaten bu gelişim kaçınılmaz işte bu rekorları, futboldaki değişimi, sahada oynanan oyunları görüyoruz hepimiz ne kadar ilerliyor. Buna bir katkısı olabilir ama onun dışında ben yapay zekânın futbolun, sporun heyecanını çok fazla değiştirebileceğini zannetmiyorum.

Dünyadaki birçok stadyumu, birçok organizasyonu görmüş biri olarak… Unutamadığınız mekânlar ve olaylar neler?

Benim dünyada en çok etkilendiğim stadyumlardan biri Nou Camp Barcelona stadıdır. Tabii orada Barcelona-Real Madrid maçını anlatmıştım. O atmosfer de beni fazlasıyla etkiledi. Dikine çok fazla yükselen yüksek bir stadyum ve sanki seyircilerin stadı, sahayı yandan değil de üstten tepeden izliyormuş gibi bir his veren stadyum. Maç bittiğinde çok kısa bir sürede Barcelona sokaklarında insanların kaybolduğunu görmek beni çok etkilemişti. Giriş çıkışlar hakikaten müthişti. Atmosfer zaten çok iyiydi, sahaya çok yakın yükselir tribünler ve sanki futbolcuların tepesinde seyirci baskısını hissettikleri bir stadyum gibidir. Yandan değil de seyirciler futbolcuları tepeden izler gibi bir hava vardır Nou Camp’ta.

Futbol üzerinden devam edecek olursak, artık o büyük hikâyeler, o büyük ve sürpriz başarılar yok… Bir daha N. Forest’ın yakaladığı başarıyı görmemiz mümkün değil. Futbolcu ve takım birlikteliği açısından da son büyük hikâye belki de Roma ve Totti ilişkisiydi… Futbolda, hatta sporun tamamında anladığımız anlamıyla hikâye geri mi çekiliyor?

Şöyle düşünelim: Futbolun içinde o ruhu da artık aramaz olduk galiba. Bizler sadece kazanıp kazanmama bölümünde kaldık işin ve genellikle de güçlüden yana kullanıyoruz tavırlarımızı. Yani Türkiye’de genellikle Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor tutuluyor, bunun dışında hâlâ Türkiye’de değişen bir şey yok. Kendi ilimizin takımına bazen onlar kadar değer vermeyebiliyoruz. Aslında dünyada da böyle. Gençlerimize bakıyorum şimdi dünyadan takımlar tutuyorlar. Liverpool’u tutan, Juventus’u tutan, Real Madrid’li olan arkadaşlarımız var. Yani futbola bakış açımız biraz değişti. Dolayısıyla da futbola bakış açısının değişmesiyle birlikte futbolun ekonomisi de değişti. Artık kulüpler çok büyük paralarla başarıya ulaşıyorlar. Paranın bu kadar etkin olduğu bir dönemde o eski başarıları, eski büyük öyküleri yazmak o kadar kolay değil. Sanıyorum ki bu da maalesef futbolun kabul etmemiz gereken gerçeklerinden biri. Roma-Totti ilişkisi tabii ki çok güzel bir bağdı. Ama o da son bağlardan biriydi herhâlde. Totti gibi bir oyuncuyu artık takımında tutabilir misiniz çok emin değilim. Çünkü yeni futbolcuların, yeni gelen gençlerin de futbola bakış açısı aidiyet üzerinden değil daha çok ekonomi üzerinden. Böyle olunca tabii ki futbolun yapısı da değişmeye başladı. Eski, biraz da romantik hikâyeleri, sansasyonel başarıları artık göremeyebiliriz.

Sporun siyasi ve sosyolojik bir tarafı hâlâ var mı? Yani Fransa’da futbol oynayan Cezayirli R. Meklufi ve arkadaşlarının Cezayir Milli takımının temelini attığı o büyük özveri ve cesarete yer var mı sporda hâlâ?

Bugüne kadar TRT ekranlarında Stadyum, Spor Artı ve 90’dan Sonra gibi programları hazırlamış ve sunmuştur.
Bugüne kadar TRT ekranlarında Stadyum, Spor Artı ve 90’dan Sonra gibi programları hazırlamış ve sunmuştur.

Şöyle bir şey olduğunu düşünüyorum dünyadaki değişimlerle ilgili aslında sporun dünyaya etkisi ve dünyadaki yeri hakkında: Yani 1900’lerin başından beri futbolla tanışıyor dünya ve 1900’lerin başından itibaren de dünyada büyük acılar yaşanmaya devam ediyor. Bunun yanında da spor devam ediyor ve bu acıları bazen sporla bazen futbolla bazen müzikle anlatıyor müzisyenler, sanatçılar, sporcular. Dünyanın da buna ihtiyacı oluyor aslında, sosyal yapı biraz da bunu gerektiriyor. Sporun yanında siyaset hep birlikte yürüyor. Bu tür siyasi olayları görebiliyoruz. Fakat bugünkü dünyaya baktığımız zaman biraz daha durulmuş, biraz daha değişik bir dünyayla karşı karşıyayız. Artık ülkeler o büyük acıları çok fazla çekmiyorlar. Artık ülkelerin birbiriyle rekabet şekli değişti ve bu rekabetin içinde ülkelerin spora çok fazla ihtiyaçları olmayabiliyor. Eski o büyük öyküleri aramak yanlış bence. Büyük öyküler çıkmayacak.

Olimpiyat oyunlarında iki siyahi sporcunun siyah eldiven giyerek kürsüye çıkmaları ve ceza almaları gibi olayları belki yaşamayacağız ama her zaman toplumun ve insanların üzerinde etkili olmaya devam edecek.

  • Ancak artık büyük, ses getirecek olayları göremeyebiliriz.