Stanley Kubrıck: Her iyi romanın filmi çekilmez

Stanley Kubrick, Yahudi kökenli Amerikalı film yönetmeni, senarist, yapımcı, fotoğrafçı ve sinematogafçı.
Stanley Kubrick, Yahudi kökenli Amerikalı film yönetmeni, senarist, yapımcı, fotoğrafçı ve sinematogafçı.

Vicente Molina Foix tarafından 80’lerin başlarında yapılan bu söyleşi, sonralarıStanley Kubrick Arşivine dahil edilmiştir.

Geçen gün bana, sinemaya gitmekten her zaman keyif aldığınızı söylemiştiniz. Hâlâ düzenli olarak gidiyor musunuz?

 60 yıllık kariyerine özgün sinema tekniğini yansıtan pek çok film sığdırdı Stanley Kubrick,
60 yıllık kariyerine özgün sinema tekniğini yansıtan pek çok film sığdırdı Stanley Kubrick,

Doğrusu her filmi izlemeye çalışıyorum. Evde projeksiyon makinelerim var, o yüzden artık daha kolay oluyor. Baskılarını ödünç alabildiğim sinema filmlerini evde oynatıyorum, ödünç alamadıklarımı ise film salonlarında izliyorum. Ama evet, her şeyi izlemeye çalışıyorum.

Ne tür filmler izlemeyi seversiniz?

İyi filmleri severim. (Gülüyor.)

Uzun yıllar boyu Hollywood ürünlerini övgülere boğup şimdilerde ise şirketin başarılı filmler üretmeyi bıraktığına inananlar (çoğu Avrupalılardan oluşuyor) ile hemfikir misiniz?

En eğlenceli filmlerin bazıları elbette ki Hollywood tarafından yapıldı. Sinema tarihine geçecek olan ve insanların yıllarca izleyeceği önemli filmler listesinde yer alan filmlerin çoğunun Hollywood'dan olup olmadığından ise emin değilim. Daha doğrusu bundan şüpheliyim. Bir kısmı oradan çıkmış olabilir.

O hâlde besbelli ki, nasıl demeli, “Hollywoodvâri” filmlere pek meraklı değilsiniz.

Ben buna “Hollywoodvâri” demezdim ama bana kalırsa geniş Sinema tarihine geçecek filmlerin çoğunun Hollywood'dan olup olmadığından emin değilim. Bir izleyici kitlesine hem dramatik açıdan dokunaklı hem de büyük edebiyat eserleri ile ilişkilendirilen türden bir hakikati ve kavrayışı barındıran bir film yapmak oldukça zahmetli bir iş. Geniş bir kitleye hitap edilmediğinde dahi yeterince zordur sanıyorum… Birleşik Devletler’de film yapmak epey maliyetli olduğu için insanlar geniş bir izleyici kitlesine hitap etme kaygısı güdüyor olabilir. Dramatik olarak albenili olan ama yine de yanlış olmayan bir şeyler yapmak mümkün olmalı. Ancak bu çok zor.

Birer uyarlama filmini çektiğiniz romanların tümü (Nobakov’dan Lolita, Thackeray’den Barry Lyndon ve King’den The Shining, birkaç örnek vermek gerekirse) birbirinden büsbütün farklı. Beyaz perdeye aktarmak üzere sizi bir kitaba çeken şey nedir?

Bu şey benim için hepsinden önce hikâyeye verdiğim, tanımlanamayan kişisel bir karşılıktır. Kulağa fazlasıyla basit gelebilir, fakat bu eğilim basitçe hikâyeyi beğenmiş olmak ile ilgili. Sorulması gereken soru şu: “Hikâye bende yarattığı heyecanı diri tutuyor mu ve üzerine iki hafta boyunca düşündükten sonra da hâlen ilgi çekici mi?” Bu noktayı izleyen soru ise gerçekte sadece: “Bu roman bir filme dönüştürülmeye uygun mu?” Çünkü çoğu roman, eğer başarılıysa, buna uygun değildir. İyi romanların doğasında ya kapsamlı bir hikâyesinin oluşu ya da dışsal eylemdense karakterlerin iç dünyasına odaklandığı gerçeği yatar.

Kubrick sinemasında, mükemmeliyetçi atmosfer dışında yoğun sembolizm ve gerçekçilik görülür.
Kubrick sinemasında, mükemmeliyetçi atmosfer dışında yoğun sembolizm ve gerçekçilik görülür.

Bu sebeple, konuların ya da karakterlerin ana unsurlarını belirgin kılmaya çalışırken onları gereğinden fazla basite indirgeme riski her zaman mevcuttur. Şunu da kabul etmek gerekir ki bazı romanlar, muhtemelen hiçbir zaman güzel filmlere dönüştürülemeyecek. Ama diyelim ki metinden bir film çıkarılabileceğine kanaat getirdiniz; işte o zaman sorulacak sorular şunlardır: “Çekeceğim filmin sinemaya özgü imkânları var mı? İzlemesi keyifli olacak mı? İçerisinde oyuncular için iyi roller barındırıyor mu? Çekimi bittiğinde başkalarında da merak uyandıracak mı?” Aklımdan geçenler bunlar. Fakat asıl gerekli olan şeyin bilhassa yönetmenin sahip olduğu o bireysel heyecan olduğunu söylerdim; yönetmenin hikâyeye âşık olmuş olması.

Stephen King’in Medyum romanında özellikle neyi beğendiniz?

Doğrusu romanı bana Warner Bros.’un yöneticilerinden olan John Calley yollamıştı ve o roman şimdiye dek bana gönderilenler arasından iyi bulduğum ya da beğendiğim tek şeydi. Çoğu kitabı, belirli bir sayfaya kadar geldikten sonra bırakacağım ve vaktimi harcamayacağım duygusuyla okurum. Medyum’u okumak ise oldukça zorlayıcıydı; konunun, fikrin ve kitabın yapısının daha önce o türde okuduğum her şeyden daha yaratıcı olduğunu düşünmüştüm. Kitabın içeriğinden harika bir film yapılabilirmiş gibime geldi.

Peki, o roman size ulaşmadan önce aklınızda bir korku filmi çekmek var mıydı?

Yoktu. Şimdiye dek bir film çekerken aklımda çekmeyi istediğim bir başka film hiç olmadı, hiçbir zaman aynı anda iki hikâye bulmadım. Sanırım bir kitap okuduğumda göz önünde bulundurduğum tek unsur, daha önce çektiğim bir filme benzeyen bir başka film daha çekmeyi özellikle istemeyişim. Bunun dışında bir sonraki filmimin nasıl olması gerektiği hususunda peşin hükümlü yargılarım yok. Örneğin şu anda ne yapacağımı bilmiyorum. Keşke bilseydim, bu bana epey zaman kazandırırdı.

Önceki filmlerinizde belirli türlerin (bilim kurgu, gerilim, savaş filmleri gibi) çizgileri dahilinde çalışmıştınız. Medyum filmi size yeni bir türün kurallarını keşfetme imkânı tanıdığı için mi ilginizi çekti?

Bana kalırsa korku türünde geçerli olan tek kural, bir şeyleri açıklamaya ve olanlar için yakışık alır açıklamalar bulmaya çalışmamak. Bu türün amacı, tekinsiz bir hissiyat yaratmak. Freud, “tekinsiz” üzerine olan yazısında tekinsizliğin gerçek hayatta ortaya konma biçimine kıyasla sanatta daha güçlü ifade edilebilen tek duygu olduğunu yazmıştı. Bunu son derece aydınlatıcı bulmuştum; senaryo yazımına bir faydası olmadı, ama benim için türün içyüzüne ilişkin ilginç bir bilgiydi.

Korku, savaş, polisiye, kara mizah ve bilimkurgu olmak üzere farklı türde eserler vermiştir.
Korku, savaş, polisiye, kara mizah ve bilimkurgu olmak üzere farklı türde eserler vermiştir.

Bir de Büyük Usta H.P. Lovecraft’ın, “İnsanların imgelemini, tekinsizlik, kaygı ve korku hislerini tetiklediği sürece olayları asla açıklamamalısınız,” dediği bir yazısını okumuştum. Bu tür bir duygu alanında çalışmak, kendi içinde bariz iç çelişkiler bulundurmadığı takdirde, bir bakıma yalnızca bir “hayal gücü (hayali fikirler, sürprizler vb.) üzerine inşa” edimi. Bence böyle bir hikâyenin sahip olduğu ustalık da seyircinin en nihayetinde keyif aldığı bir şey; seyirci, anlatı ilerledikçe neler olacağını pek tabii merak ediyor. Seyir sona erdiğinde hem anlatıdaki o önemli olayı tahmin edememiş olmak hem de kandırılmış ya da aptal yerine konulmuş hissetmemek büyük bir tatmin sağlıyor.

Oyuncularla genellikle nasıl çalışıyorsunuz?

Sette doğaçlama performanslara yer vermeyi seviyor musunuz? Evet, fark ettim ki bir sahneyi ne kadar özenle yazarsanız yazın, ilk provası yapıldığında tamamen farklı gelişen şeyler olduğunu görüyorsunuz. Aynı şekilde ilgi çekici olduğunu düşünmediğiniz sahnelerde daha önce hiç aklınıza gelmeyen fikirlerin de yer aldığını veya ilginç bulduklarınızın aslında öyle olmadığını anlayabiliyorsunuz. Ya da bir fikrin sahip olduğu ağırlık dengeli olmayabiliyor, sahnede fazla bariz veya kapalı bir şekilde görülebiliyor. Bu yüzden çoğu kez, sahneleri prova ile yeniden yazıyorum.

Hayatını kaybettiği 1999 yılına dek Hertfordshire, Birleşik Krallık'taki evinde yaşamaya devam etmiştir.
Hayatını kaybettiği 1999 yılına dek Hertfordshire, Birleşik Krallık'taki evinde yaşamaya devam etmiştir.

Bence bu mesele oyuncuların kabiliyetlerinden ve belki de güçsüzlüklerinden ne şekilde yararlanılabildiği ile ilgili.