Tanpınar’ın gizli ilhamı: Beş Şehir’e sızan altıncı şehir
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı deneme kitabı, bu toprakların yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşadığı dönüşümü anlattığı kadar, Tanpınar’ın iç âleminde kurduğu edebiyat âlemi hakkında da verimli ipuçlarına ev sahipliği yapar. Ya Tanpınar kitaba altıncı bir şehir ilave etse bu hangisi olurdu? Bu konuda biraz zihinsel egzersiz yapmayı denedik...
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemeleri arasında en çok okunanı elbette “Beş Şehir” adlı kitabı. Yahya Kemal Beyatlı’nın Tanpınar üzerindeki etkisinin en çok hissedildiği bu kitapta Tanpınar; Ankara, İstanbul, Bursa, Erzurum, Konya şehirlerini anlatır. Daha önce 1941 ile 1945 arasında dergilerde yayınlanan yazılar, yeniden yazılıp genişletilir ve 1946’da ilk kez kitaplaşır. Tanpınar’ın Yahya Kemal’e ithaf edemediği için hayıflandığı kitap, bugün de sevilerek okunuyor. Ancak Tanpınar ya bir de altıncı şehir yazsaydı… Bu soruyu yazarken Ahmet Turan Alkan’ın kaleme aldığı “Altıncı Şehir” veÖzkan Yalçın’ın imzasıyla yayınlanan “Yedinci Şehir” isimli iki kitabın daha bulunduğunu unutmuş değilim. Ancak ya Tanpınar beş ile yetinmeseydi?
Yazarımızın “Beş Şehir”de görmediği, yaşamadığı şehirleri yazmadığını dikkate alırsak hayatını ve eserlerini takip etmemiz gerektiğini söyleyerek işe başlayabiliriz.
Kerkük’te bir şark bahçesi
Tanpınar’ın çocukluğunda Kerkük’te yaşadığı dönemin etkisi yadsınamaz. Babası Kerkük Kadısı olan Tanpınar, buradan “ilham” alarak hikâyeler, şiirler yazar on yıllar sonra. Kerkük onun için bir şark bahçesi gibidir. Bu şark bahçesindeki havuz ve nar ağacı Tanpınar’ın pek çok eserinde boy gösterir. Kerkük İdadisi’nde okuyan genç şair o yıllarını daha sonra yeterince kitap bulamamış olmanın ıstırabıyla anar. “Kendi kendine derinleştiği” bu yılları 1961’de İstanbul’da Kerkük için yapılan bir miting dolayısıyla hatırlar Tanpınar, Kerküklüler için “ahlaklı, temiz insanlar” der. Her ne kadar Musul’da geçse de “Evin Sahibi” adlı hikâyesinin fonunda Kerkük intibaları görülür.
“Dallarda inlerken rüzgârın neyi/ Mehtapta yükselen bir fıskiyeyi/Beyhude düşünür viran bir bahçe” diyen şairin zihninin bir köşesinde Kerkük tınıları sürekli terennüm eder.

Antalya’dan gelen mektup
1916 yılının Ekim ayında Tanpınar için “İklim değişir Akdeniz olur”. Delikanlı şairimizin babası Antalya kadısıydı. İdadiden buradan mezun olan Tanpınar, 1920 ve 1921’in yaz tatillerinde de Antalya’ya gider ve 1931’de kısa bir süre öğretmenlik yapar. Tanpınar’ın vefatından sonra terekesi arasından çıkan bir mektup ise onun şehirle bağlarının ne kadar güçlü olduğunu işaret eder. Mektubun kime yazıldığı bile meçhuldür. Ancak önemli olan kime yazıldığı değil, ne yazıldığı zaten. “Bu mektubu biraz da çocukluğuma göndermiş gibiyim.” dediği mektupta “Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek (…) meyve bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.” sözüyle Antalya’nın kendisi için önemini özetler. Tanpınar’ın şiirlerinde yavaş yavaş aydınlanan denizaltı teması Antalya yadigârıdır.
“Sonbahar” adlı şiiri ise doğrudan doğruya Antalya denizine ithaf edilir. Her ne kadar başrolde İstanbul olsa da “Huzur” romanının bir bölümü de Antalya’da geçer. “Burası Akdeniz’di” diye başlayan bölümde anlattığı Antalya deniz ve güneşin bir terkibidir.

Tanpınar’ın vekili olduğu Maraş
Ahmet Hamdi Tanpınar, 9-12 Şubat 1943 tarihleri arası Maraş’ta şehrin düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümünü kutlama törenlerinde yer alır. 1943 ile 1946 arasında TBMM’de Maraş milletvekili olarak görev yapan Tanpınar, “Ülkü” dergisinin Mart 1946 sayısında uzun uzun intibalarını yazar o günlerin. Maraş’ın kurtuluş bayramının heyecanlarını anlattığı satırlarMaraş’ın sorunlarına da değinir.
Şehrin o dönemde yaşadığı iktisadi sıkıntılarını uzun uzun anlatan Tanpınar’ın “Daha ilk görüşte şehirde misyoner aydına ve söze hiç ihtiyaç olmadığını anladım.” demesi elbette çarpıcıdır.
Paris’te hayal kırıklığı
Batılılaşma maceramızda merkezi bir rolü bulunan Fransa, kültürüyle de münevverlerimizi derinden etkiler. Tanpınar da bu etkilenmeden payını fazlasıyla alır elbette. Ancak bütün çabalarına rağmen Paris’e ilk gidişi için ellili yaşlarını beklemek zorunda kalır. Uçakla Paris’e giderken Viyana’dan aktarma yapan Tanpınar, “Paris bu muydu?” diyerek “imkânsız bir can sıkıntısı” duyar. İlk günlerinde Fransızcayı unuttuğunu düşünecek denli zorluk çeken Tanpınar, kendi tabiriyle “Paris potası”nda sergileri, müzeleri gezer. Ulusal Kütüphane’den yararlanmak için kart çıkartır. Tiyatroya, sinemaya, konserlere gider.

Picasso’nun resimlerinden hazzetmez, resim olarak bile kabul etmez hatta. Bir kahvede bir zamanlar Voltaire’nin oturduğu masada kahve içer. Vefatından sonra yazılarından derlenerek yayınlanan “Yaşadığım Gibi” adlı kitabın bir bölümünü Paris hakkındaki yazılar teşkil eder. Ayrıca Paris Tanpınar’ın tamamlayamadığı “Aydaki Kadın” adlı romanında da arzı endam eder. Paris Tanpınar’ın yazdığı ama kitaplaştıramadığı bir şehirdir esasen.
Benim cevabım
Tanpınar’ın hayatında başka şehirler de oldu. Başka bir göz Tanpınar’ın altıncı şehri olarak elbette başka bir şehri seçebilir. Bunlara itirazım yok. Yine de benim için Tanpınar’ın altıncı şehri Antalya’dır… Zira Tanpınar’ın edebiyatı seçtiği bu coğrafya, aynı zamanda edebiyatta seçtiği terkibin ve üslubun inşasında rol oynar. Bu yüzden de “Beş Şehir”de yer almayanAntalya kitap boyunca Tanpınar’ın üslubu içinden gizli gizli göz kırpar.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.