Tuna Kiremitçi: İnsan zamanla meselenin eksikleri gidermek değil, fazlalıkları atmak olduğunu anlıyor

​Tuna Kiremitç.
​Tuna Kiremitç.

Şair, yazar ve müzisyen Tuna Kiremitçi ile sanat türleri arasındaki ilişkiyi, polisiye romanlarının gelişimini, pandemi sonrası müziği, yapmak istediği her şeyi yapıp yapmadığını ve diğer meseleleri konuştuk.

Bugün artık TikTok devrinde yaşıyoruz. İnsanlar üç dakikalık şarkıdan bile sıkılabiliyor.Yaklaşık 30 yıldır edebiyat ve müzik dünyasındasınız. Aradan geçen bunca sürede şiirler yazdınız, romanlar yayımladınız, albümler yaptınız. Peki bu kadar işe ve verimli geçen yıllara rağmen, “yapmak istediğim her şeyi yaptım” diyebiliyor musunuz? Ya da şöyle sorayım: Tamamlanmayan şeyler var mı?

Aslında 17-18 yaşlarındaki Tuna ne hayal ettiyse bugün onu yaşıyorum. Bu bakımdan şanslı sayıyorum kendimi. Hayatta ve sanatta hep doğru bildiğim yolda ilerledim. Sanat bitmeyen, sürekli kendini yenileyen bir yolculuk. Edebiyatta olgunluk dönemime polisiye romanlarımla girdim. Gençken yazdığım, farklı türlerdeki onca romandan edindiğim deneyimler polisiye yazarken çok işime yaradı. Besteci olarak da olgunlaştığımı hissediyorum. Artık hep Birden Geldin Aklıma gibi yalın şarkılar yapmak istiyorum. Zamanla, meselenin eksikleri gidermek değil, tam tersine, fazlalıkları atmak olduğunu anlıyor insan. Hem sanatta hem de hayatta.

Hayatta ve sanatta hep doğru bildiğim yolda ilerledim. Sanat bitmeyen, sürekli kendini yenileyen bir yolculuk.
Hayatta ve sanatta hep doğru bildiğim yolda ilerledim. Sanat bitmeyen, sürekli kendini yenileyen bir yolculuk.

Fazlalıkları atmak… Poetika. İlk soruyla bağlantılı olarak bir de şunu sorayım: Peki sizin yolunuzun, yani hem kişisel hayatınızın hem de sanat kariyerinizin dönüm noktaları neler oldu, hangi keskin virajlar sizi buraya getirdi?

İlk dönüm noktası Galatasaray Lisesi’nde yatılı okumam. İmkânları sınırlı, taşralı bir çocuk için büyük bir şanstı. Beyoğlu’nun uluslararası bir kültür-sanat merkezi olduğu 90’lı yıllarda büyüdük. Bu da kişiliğimi şekillendirdi. 1994’te Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazanmam sayesinde edebiyata ilk adımlarımı attım. 2002’de çıkan ilk romanım Git Kendini Çok Sevdirmeden başarı kazandı. Hem benim hem de kuşağım için bir kırılma noktası oldu. Müzikteyse 2016’da Pasaj Müzik’in sahibi Murat Doğan’ın bana “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesini önermesi önemli. Bu projeyle müzikte hem sanatsal hem de profesyonel başarı kazandım.

2017’de birçok farklı dünyadan birçok isimle bir araya gelerek Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları albümünü yapmıştınız. Son yıllarda bu gibi projelerin hem Türkiye’de hem de dünyada epey yaygınlaştığı da bir gerçek. Özellikle pandemiyle birlikte... Peki bu proje nasıl ortaya çıkmıştı?

Fikir, yapımcı arkadaşım Murat Doğan’ın aklına 2016 başlarında, beraber çay içerken geldi. Eski ve yeni bestelerimi sevdiğim kadın solistlerle seslendirmemi istedi. Her ay şarkıların birini yayınlayıp sonunda da albüm yapacaktık. İyi bir fikirdi. Dinleyici de çok sevdi. 2019’da ikincisini yaptık. Şimdi de üçüncüsünü yapıyoruz. Kayıtlar sırasında projedeki her solistten yeni şeyler öğrendim. Yıldız Tilbe’den de o sırada 17 yaşında olan Sena Şener’den de... Harika bir yolculuktu. Bugün artık TikTok devrinde yaşıyoruz. İnsanlar üç dakikalık şarkıdan bile sıkılabiliyor. Bu da tüm dünyada yapımcıları ve sanatçıları böyle iş birliklerine yönlendiriyor. Koskoca Paul McCartney’in Kanye West ve Rihanna’yla şarkı söylemesi gibi. Bence iyi bir çözüm.

Hayatımıza çok sonradan giren ama bir şekilde hepimizin gündemi olan bazı kavramlar var, NFT gibi Metaverse gibi. Bu gibi kavramlar özelinde sanatın geleceğini nasıl görüyorsunuz ve bunlar sanatı nasıl şekillendirecek sizce?

Ne yalan söyleyeyim, bu konularda yeterince fikrim yok. İlgilenecek vaktim de yok. Son analoglardanım ben.

Ben bir okur olarak Tuna Kiremitçi’yi lise yıllarında okuduğum Akademi kitabıyla tanıdım. Bu tanışıklık, En Sağlam Direniş Kalbi Temiz Tutmak’a kadar sürdü. Son yıllarda, kariyerinizde daha arka planlarda olmasına rağmen en nihayet bir şairsiniz. Peki şiir, şarkılarınızı ve müziğinizi nasıl etkiledi/etkiliyor, bir etkiden bahsedebiliriz diye düşünüyorum...

Yola şiirle çıktım, haklısınız. Şiir yazmak ve okumak bana Türkçenin gücünü öğretti. Özellikle Oktay Rifat, Turgut Uyar, Attilâ İlhan, Gülten Akın gibi şairler... Ve tabii ki Nâzım Hikmet! Bana bestecilik kapısını Ataol Behramoğlu Bu Aşk Burada Biter şiirini bestelememe izin vererek açtı... Şiir ve müzik tabii ki iki farklı disiplin. Ama şehir ozanlığı dediğimiz çizgide buluşuyorlar. Kendimi o geleneğe bağlı hissediyorum. Jacques Brel, Bülent Ortaçgil ya da Leonard Cohen gibi… Prensip olarak yaptığımızın halk ozanlarının yaptığından farkı yok. Sadece nazlı yârimizi çeşme başında değil metro çıkışında bekliyoruz.

Bizler sizi Perinin Ölümü ve Mezun Cinayetleri gibi polisiye romanlarınızla da yakından tanıyoruz. Peki sizce polisiye ile dil, şiir veya müzik arasında nasıl bir ilişki/bağ var? Bir de polisiyeyi diğer roman türlerden ayıran özellikler sizce nelerdir?

Polisiye ya da suç edebiyatı dediğimiz türde öncelikli olan kurgu ve gizem. Yani matematik ve zekâ. Kurguda bir sorun varsa en iyi üslup bile işi kurtaramıyor. Polisiye okurları öncelikle zekâya saygı duyan insanlar. Bu bakımdan diğer edebiyat türlerinden ayrılıyor diyebilirim. Hem kurgu hem de duygu mimarisi. Aynı şey tabii şiir ve müzik için de geçerli. Paul Eluard “İlk dize Tanrı’dan gelir ama geri kalanı matematiktir” demiş. Rahmetli Timur Selçuk ağabeyimiz de “Gerçek müzisyenler matematikten anlayan insanlardır” derdi.

Bugün artık TikTok devrinde yaşıyoruz. İnsanlar üç dakikalık şarkıdan bile sıkılabiliyor.
Bugün artık TikTok devrinde yaşıyoruz. İnsanlar üç dakikalık şarkıdan bile sıkılabiliyor.

Polisiyenin hem Batı edebiyatlarında hem de Türk edebiyatında epey köklü bir geçmişi var. Bu soruyu düşünürken aklıma Ahmet Mithat’ın Müşahedat’ı geldi örneğin. Ama yine de bizde daha geniş kitlelere yayılması sanırım 1990’larla birlikte oldu polisiyenin. Peki bu yıllarla beraber iyice rağbet görmesinin nedenleri sizce nelerdir ve polisiyenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

1980’lerden itibaren dünyada polisiye değişmeye başladı. Sadece “Katil kim?” oyunundan çıktı. Derinleşti, genleşti ve hız kazandı. Bugün artık sosyal ve siyasal sorunlara değinen, bireyin iç dünyasına ışık tutan, katmanlı bir polisiye edebiyat var. İçinde psikolojiyi de mitolojiyi de barındırabiliyor. Bu da okurdan karşılık görüyor.

Yeni polisiyenin Türk edebiyatındaki ilk örneği Ahmet Ümit’in 1994 tarihli Sis ve Gece romanıdır. O ve Celil Oker yerli polisiyeye saygınlık kazandırdılar. Biz de onların devamıyız. Bana kalırsa polisiye gelecekte de diğer türlerle alışveriş halinde büyümeye devam edecek. Çünkü artık çok boyutlu bir suç dünyasında yaşıyoruz. Ama aynı zamanda katillerin ve dedektiflerin aşk acısı çekebildiği bir dünya bu.

Son olarak hangi şehre geç kaldınız?

İstanbul… Hakkında ne kadar yazarsanız yazın İstanbul’a yetişemiyorsunuz.