Türk sinemasında halkın sesi olan Fatma Girik’in yaşamı ve mirası inceleniyor

Yeşilçam’ın o büyülü perdesine bir kadın çıktı: Dimdik, korkusuz, sesi yankı gibi güçlü, kalbi memleket gibi geniş… O kadının adı Fatma Girik’ti. O, ne sadece bir oyuncuydu ne de yalnızca bir yıldız; o, sinemada halkın duygularını, dertlerini ve umutlarını ete kemiğe büründüren bir simgeydi. Onun gözlerinde bir meydan okuma, sesinde ise halkın yankısı vardı.
12 Aralık 1943’te İstanbul’un Sultanahmet semtinde doğdu. Babası dalgıç, annesi ev hanımıydı. Çocukluğu İstanbul’un dar sokaklarında, hayatın gerçek yüzüyle tanışarak geçti. O yıllarda sinema, yoksul çocukların düşlerinde pırıl pırıl bir umuttu. Fatma Girik de o umutların peşine düştü. Annesiyle birlikte figüran olarak sinemaya adım attığında, henüz kimse onun bir gün Türkiye’nin en tanınan yüzlerinden biri olacağını bilmiyordu. 1957’de Leke filmiyle ilk başrolünü oynadı. Kamera karşısına geçtiğinde ne utangaç bir genç kız ne de süslü bir yıldız adayını andırıyordu. O, doğaldı; sokakta karşılaşabileceğin bir kadın gibiydi. Seyirci de onu bu yüzden sevdi. Gerçekti. Fatma Girik’in yıldızının parlamasında, sinemanın usta ismi Memduh Ün’ün büyük payı vardı. 1960 tarihli Ölüm Peşimizde filmiyle başlayan işbirlikleri, sadece bir sinema ortaklığı değil, ömür boyu sürecek bir dostluğun da temeli oldu. Ün’ün yönetmenliğinde çekilen filmler, Girik’in oyunculuğunu biçimlendirdi; onun ekrana taşıdığı kadın figürü, dönemin erkek egemen Yeşilçam’ında yeni bir çığır açtı.
Bir duruşun, bir halkın hikâyesi

Fatma Girik, Yeşilçam’da kadın karakterlere yeni bir anlam kazandırdı. O, ne sadece güzel bir yüzdü ne de romantik filmlerin “masum sevgilisi.” Onun kadınları güçlüydü, haksızlığa baş kaldırır, adaletsizliğe sessiz kalmazdı. Ezo Gelin’deki (1969) fedakâr köylü kadından Keşanlı Ali Destanı’ndaki (1965) hırçın, gururlu Zilha’ya kadar oynadığı her karakter, toplumun başka bir kesimini temsil ediyordu. Bu filmler, sadece birer hikâye değil, dönemin sosyolojik aynalarıydı. 1960’ların ve 70’lerin Türkiye’sinde köyden kente göç, toplumsal adaletsizlikler ve kadın kimliği üzerine büyük değişimler yaşanıyordu. Fatma Girik’in canlandırdığı karakterler, bu dönüşümün en gerçek hâlleriydi. Keşanlı Ali Destan ona ilk büyük oyunculuk ödülünü getirdi. Ardından Sürtüğün Kızı (1967), Ezo Gelin (1969), Boş Beşik (1970) ve Acı (1971) geldi. Bu filmlerle beş kez “En İyi Kadın Oyuncu” seçildi. Her birinde başka bir kadının hikâyesini anlatırken aslında aynı meseleyi dile getiriyordu: Onurla yaşamak.
Girik, 1970’lerin toplumsal filmlerinde bir simgeye dönüştü. Toprak Ana (1973), Kuma (1974) Yaşam Kavgası (1978)gibi yapımlarda, ezilenlerin, unutulanların, kenarda kalanların sesiydi. Onun yüzüyle hayat bulan kadınlar, sadece sahnede değil, gerçek hayatta da birer dayanışma figürü oldular.Sinema tarihçisi Giovanni Scognamillo, Fatma Girik için “Perdedeki halktır o” demişti. Bu tanım belki de en doğru olanıdır. Çünkü Girik, oyunculuğuyla halkın duygularını o kadar içten taşırdı ki onun oynadığı bir sahne, bir konuşma ya da bir bakış bile seyircide kalıcı bir yankı bırakırdı.

Dört yapraklı yoncanın en asi yaprağı
Türk sinemasında “dört yapraklı yonca” denildiğinde, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik’ten söz edilir. Her biri farklı bir güzelliği, farklı bir kadınlık hâlini temsil ederdi. Şoray zarafetle, Akın şehirli alımlılıkla, Koçyiğit masumiyetle hatırlanır. Ama Girik… O, hepsinden farklıydı. Onun güzelliği doğallığında, zarafeti sertliğinde, gücü ise içtenliğindeydi. Sinemada “Erkek Fatma” lakabını aldı, ama o bu tanımı bir övgüye dönüştürdü. Çünkü o, kadın olmanın kırılganlıkla değil, dirayetle de bağdaşabileceğini gösterdi. Setlerde, sahnelerde, kimi zaman oyuncu arkadaşlarıyla tartışır, kimi zaman yapımcılara kafa tutardı. Ama bunu kaprisle değil, adalet duygusuyla yapardı. Bu yönüyle Yeşilçam’daki erkek egemen sisteme meydan okuyan ilk kadın figürlerden biri oldu. Kamera karşısında olduğu kadar kamera arkasında da söz sahibiydi. Yüz Numaralı Adam (1978), Bekçiler Kralı (1979), Dokunmayın Şabanıma (1979) gibi Kemal Sunal filmlerinde yapımcı olarak imzası vardı. Garip (1986) filminin senaryo çalışmalarında da aktif rol aldı. Sinema onun için bir iş değil, bir sorumluluktu.

Bir hayatın sessiz finali
1980’lerin sonunda, halkın sevgisi onu siyasete taşıdı. 1989’da Şişli Belediye Başkanı seçildi. Beş yıl süren görevinde dürüstlüğü, halkla iç içe oluşu ve açık sözlülüğüyle tanındı. Ancak onun kalbi her zaman sinemadaydı. Siyaset hayatının ardından yeniden kamera karşısına geçti; televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde, kimi zaman sert bir anne, kimi zaman yorgun bir öğretmen olarak karşımıza çıktı.

Yaşamının son yıllarını Bodrum’un Torba mahallesinde geçirdi. Sağlığı giderek bozulsa da yüzündeki gülümseme hiç kaybolmadı. 24 Ocak 2022’de, COVID-19’a bağlı çoklu organ yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrıldı. Vasiyeti üzerine, hayat arkadaşı Memduh Ün’ün yanına defnedildi. Fatma Girik, ardında yalnızca 180’den fazla film değil, bir vicdan tarihi bıraktı. Onun kadınları hâlâ konuşuyor; adaletsizliğe direnen her bakışta, haksızlığa karşı çıkan her sözde bir parça Fatma Girik var. Sinemanın o eski siyah-beyaz günlerinden bugüne, perdenin ışığı belki soldu, ama onun bakışındaki anlam hiç kaybolmadı. Çünkü o, yalnızca bir yıldız değil; bir halkın sesi, bir çağın aynasıydı. Fatma Girik; güçlüydü, dürüsttü, hakikiydi. Ve her şeyden önemlisi, sinemanın vicdanıydı.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.