Üç seyyah, üç İstanbul

 İstanbul, Türk imparatorlukları içerisinde en uzun süre başkentlik yapmış kadim bir şehir…
İstanbul, Türk imparatorlukları içerisinde en uzun süre başkentlik yapmış kadim bir şehir…

Payitaht, Türk imparatorluğuna başkentlik yapan, sultanın doğrudanikamet ettiği yere verilen isim. Taht ayağı, tahtın bulunduğu yergibi anlamlara geliyor. İstanbul, Türk imparatorlukları içerisinde enuzun süre başkentlik yapmış kadim bir şehir… Daha önce de iki ayrıimparatorluğa başkentlik yapmasıyla bu açıdan tüm dünya şehir tarihçiliğiaçısından nadide bir örnek. İçinden deniz geçmesini saymıyoruzbile. Burası hiç tartışmasız tarihin en muhteşem şehri…

Öyle olunca görmek isteyeni, gelip de yaşamak isteyeni elbette sadece bugün için değil tüm tarih boyunca çok oldu. Kadim dönemlerden bugüne hangi kültür, inanç ve dine sahip olursa olsun herkesin ‘dünya gözüyle’ görmek istediği şehirlerin başında geldi, geliyor.

Tarihte de böyle oldu. Özellikle Avrupalı seyyahlar, Anadolu’ya yöneldiklerinde İstanbul’u da muhakkak görmek istemişler. İstanbul’a geldiklerinde de, yaklaşık beş yüz yıl tüm dünyanın yönetildiği merkez olan ‘Payitaht’a ve onun idare merkezi olan Topkapı Sarayı’na gözlerini düşürmüşlerdir. Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un 1453’te alınmasının ardından yaptırılmış ve yaklaşık 1800’lü yıllara kadar tüm Türk imparatorluğunun idare merkezi olmuştur.

Yolunu İstanbul’a düşüren Avrupalı seyyahlar, dışarıdan bakılınca sırlarla dolu olan bu kadim yapıyı da gözlemlemek istemişler ve aldıkları notlarda imparatorluğun idare merkezi Topkapı Sarayı’nı da ayrıntılı olarak belirtmişlerdi. Topkapı Sarayı’nın çok büyük bir kısmının ziyaretçilere kapalı tutulması, seyyahların saraya olan merakını artırmıştır.

John Sanderson'un İstanbul'u

1560 yılında Londra’da doğan Sanderson, 1584’te başladığı Akdeniz seyahatinin ertesi yılı İstanbul’a giriş yapmış ve İngiltere Krallığı adına çeşitli resmi görevlerde bulunmuştur.
1560 yılında Londra’da doğan Sanderson, 1584’te başladığı Akdeniz seyahatinin ertesi yılı İstanbul’a giriş yapmış ve İngiltere Krallığı adına çeşitli resmi görevlerde bulunmuştur.

Avrupa’dan yola çıkıp Türk imparatorluğunun idare merkezi Topkapı Sarayı’nı notlarına dâhil eden seyyahların ilki ünlü İngiliz seyyah John Sanderson’dur. 1560 yılında Londra’da doğan Sanderson, 1584’te başladığı Akdeniz seyahatinin ertesi yılı İstanbul’a giriş yapmış ve İngiltere Krallığı adına çeşitli resmi görevlerde bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun başka yerlerinde görevlendirilen Sanderson’un 1584-1602 yılları arasındaki seyahat notları 1931 yılında Londra’da yayınlanmıştır. İstanbul’daki günleri boyunca tarihi olaylara şahitlik eden seyyah, her karşılaştığı hadiseyi ayrıntılı olarak notlarına eklemiştir.

Şehrin yapısı, ticari özellikleri, askeri ve idari çeşitliliği ve nüfusu gibi konularda ayrıntılı bilgiler aktaran Sanderson, dönemin İstanbul’undaki demografik yapıyı şöyle ifade ediyor:

  • "İstanbul’da ikamet edenler, saray halkı, vezirler, kadılar, müftü, defterdar, imrahor, yeniçeri ağası, çavuş ağa, kapıcı ağa, bostancıbaşı, kaptan paşa, peykler, sipahi ağa, bostancıbaşı, cüceler vs…"

Dönemin İstanbul’undaki rakamları ise şöyle veriyor: "Yeniçeriler 24 bin, topçular 3 bin, acemi oğlanlar 20 bin, şehirde ikamet edenler 200 bin, Hristiyan nüfus 200 bin, Yahudi nüfusu 150 bin, kadınlar ve çocuklar 600 bin… Toplam: 1 milyon 231 bin kişi…"

23 Eylül 1597'de İstanbul'dan yola çıkan Sanderson, Anadolu'yu geçerek Antakya ve İskenderun üstünden Kıbrıs'a geçip 10 Nisan 1598'de Kıbrıs'tan gemiyle Venedik'e hareket etmiş, 22 Nisan'da Venedik'e ulaşıp oradan Londra'ya dönmüştür.
23 Eylül 1597'de İstanbul'dan yola çıkan Sanderson, Anadolu'yu geçerek Antakya ve İskenderun üstünden Kıbrıs'a geçip 10 Nisan 1598'de Kıbrıs'tan gemiyle Venedik'e hareket etmiş, 22 Nisan'da Venedik'e ulaşıp oradan Londra'ya dönmüştür.

Sanderson, şehir yapılanması ile ilgili notlarında şunları ifade ediyor:

  • "Türkler, yoldan geçenlerin gözüne hoş gözüksün diye değil sadece kendi rahatları ve uygunluğu için bina inşa ederler. Onlara göre Avrupa’daki saraylar dışarıdan iyi görünmekle beraber içleri iyi değildir. Burada konakların ve sarayların içleri çok güzeldi. Etrafları yüksek duvarlarla çevrili olup çatıları düzgündü. Bahçeleri her renkte çiçekler ve ağaçlarla süslüydü."

Plonyalı Simeon'un İstanbul'u

1608’de Polonya’nın Lvov kentinden hacı olmak için yola çıkan papaz yardımcısı Simeon, İstanbul, Venedik, Roma, Kahire ve Kudüs’ün yanı sıra tüm Anadolu’yu Muş, Diyarbakır dâhil olmak üzere kat etmişti.
1608’de Polonya’nın Lvov kentinden hacı olmak için yola çıkan papaz yardımcısı Simeon, İstanbul, Venedik, Roma, Kahire ve Kudüs’ün yanı sıra tüm Anadolu’yu Muş, Diyarbakır dâhil olmak üzere kat etmişti.

Aslen Kefeli olup Polonya’ya göç eden bir ailenin oğlu olan Simeon, 1584 yılında dünyaya gelmiştir. Dindar bir çevrede yetişen Simeon’un seyahat tutkusu, kutsal yerleri görme arzusundan kaynaklıydı. 1608’de Lemberg’den yola çıkan Simeon, 1608’de İstanbul’a varmış ve bu ilk gelişinde de bir yılını burada geçirmiştir.Venedik, Roma ve Anadolu’nun içlerini dolaştıktan sonra tekrar İstanbul’a gelmiş ve ardından asıl amacı olan Kudüs’e gitmeyi başarmıştır.

Kudüs’ün ardından 1618’de yeniden İstanbul’a gelmiştir. 1619 yılında kaleme aldığı seyahatnamesinde gittiği, gördüğü yerlerin coğrafi, etnik, ekonomik özelliklerini yazmıştır.

Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi adıyla Türkçeye de çevrilmiştir. Seyahatnamesinde Topkapı Sarayı’na ‘Hünkâr Sarayı’ başlığıyla yer veren Simeon:

"At Meydanından (Sultanahmet Meydanı) bir ok menzili kadar ötede, harçsız olarak iri taşlardan örülmüş, yedi insan boyu yüksekliğinde bir sütun gördük. Sütunun bu vaziyette durması herkesin hayretini çekiyor. Bunların yakınında bir şehir kadar büyük olan Hünkâr Sarayı bulunmaktadır. Üç sıra surla çevrilmiş olan Saray’ın ikametgâh kısmı üçüncü surun içerisindedir. Saray sahalarının genişliğini, çeşmelerini, odunluğunu, baltacılar yerini, bahçelerini ve bostanlarını, acemi oğlanlarını ve cebecilerini birer birer tarif etmek imkân haricindedir."

Polonyalı seyyah Simeon, İstanbul’un tıpkı bugün olduğu gibi 17. yüzyılda da çok kalabalık olduğunu şöyle ifade eder:

  • "İstanbul’da kırk bin hane Yahudi, kırk bin hane Rum ve on bin hane Ermeni bulunduğu söylenir. Türk nüfusunun haddi hesabı yoktur. Bundan başka pek çok sayıda mescit, misafirhane, vakıflar, medreseler, tembelhaneler, hastahaneler, aşhaneler, matbahlar, bedestenler, saraçhaneler, ahırlar, meydanlar, hamamlar, hanlar, çarşılar ki her gün birinde pazar kurulur, kahvehaneler, kavafhaneler, saraylar, bostanlar vardır. Çarşılar mallarla, sokaklar insanlarla doludur."

Simeon, sadece gezip gördüklerini değil, yediklerini de, bölgelerin meşhur lezzetleriyle beraber anlatmıştır.
Simeon, sadece gezip gördüklerini değil, yediklerini de, bölgelerin meşhur lezzetleriyle beraber anlatmıştır.

Simeon, İstanbul’un büyüklüğüne ise ilginç bir açıklama getirir:

  • "İstanbul o kadar büyük bir şehirdir ki yangın zuhur edip yirmi bin ev yanmış olduğu halde, diğer semtlerdeki halkın haberi dahi olmaz. Her bahçe bir serviliktir. Bütün yollar, altı gün uzaklıkta da olsa Edirne’ye kadar olan yol gibi kâmilen kaldırımla döşelidir. Fenalık olmasın diye her yerde zaptiyeler mevcuttur."

George Sandys'in İstanbul'u

George Sandys, İstanbul Seyahatine, önce İngiltere’den Fransa’ya oradan da İtalya’ya gidip Venedik’ten bir gemiye biner ve öyle başlar. Sandys, 27 Eylül 1610 yılında İstanbul’a çıkar. İstanbul’da gördüğü her şeyi en ince ayrıntısına kadar notlarına ekleyen Sandys, oldukça hacimli bir seyahatname çıkarır ortaya. Toplam dört ciltten oluşan seyahatnamesi, İstanbul, Mısır ve Kudüs’ü merkeze alarak Osmanlı İmparatorluğunun idari, hukuki, dini ve sosyal yapısını anlatır.

Şehir, eski dünyada sahip olduğu mükemmel liman ve boğazları vasıtasıyla Akdeniz ve Karadeniz kıyılarındaki zengin ticaretin merkezidir” dediği İstanbul’u şöyle anlatır Sandys:

George Sandys bir İngiliz gezgin, kolonist, şair ve çevirmendi.
George Sandys bir İngiliz gezgin, kolonist, şair ve çevirmendi.

"Zannederim biri, bu şehirde yirmi günde yiyeceğini Londra’da bir günde yer. Burada balık yenildiği gibi aynı zamanda halkın çoğu sebze, meyve, soğan, sarımsak, sıkıştırılmamış peynir, un, süt ve baldan yapılmış yiyecekler yemektedir. Böylece onlar her şeyin bol olduğunu bilerek ve güzelliklerini düşünerek, pek az veya hiçbir şey yemeden yaşarlar."

Aile ve sosyal yapıya ilişkin de gözlemleri olan Sandys, "Türkler anne ve babalarına büyük saygı duyarlar, aşağı olanın efendisine saygı duyduğu gibi. Toplumda genç yaşlıya, yaşlı olan da gence layık olduğu üstünlüğü ve değeri verir."

Türk toplumunda herkesin kardeşlik içinde yaşadığı belirten Sandys: "Onlar kendi aralarında iyi bir ahenk ve uygunluk içinde yaşarlar ki, aralarında kaldığım süre boyunca bir insanın bir diğer insana herhangi bir şiddet gösterdiğini görmedim" demektedir.

İngiliz asıllı şair ve siyaset adamı George Sandys (1578-1644), Oxford'da öğrenim görür, bir İngiltere kolonisi olan Virginia Company'de tarım ve endüstri konularında veznedar mevkiinde bulunur.
İngiliz asıllı şair ve siyaset adamı George Sandys (1578-1644), Oxford'da öğrenim görür, bir İngiltere kolonisi olan Virginia Company'de tarım ve endüstri konularında veznedar mevkiinde bulunur.
  • "İstanbul’un hamamları, camilerinden sonra en mükemmel binalarıdır. Bu millet yıkanmayı çok sever, temizlik ve sağlık için haftada iki gün hamama gidenleri gördüm. Onların su içme ve bol meyve yeme alışkanlığından ileri gelen hazımsızlıkları yıkanmakla giderildiği gibi, spor ve yürüyüşten sonra yıkanmak da vücudu yeniler. Hamamlarda, sabahları erkekler, öğleden sonra kadınlar yıkanmaktadır."

Dönemin İstanbul’unun şehir yapısına ilişkin ise Sandys şunu söyler: "Binalar arasında servi ağaçlarıyla İstanbul, ormanda bir şehir gibi görünür."