Üsküp’ün Muradiye Camii yıllar sonra yeniden nasıl hayat buldu

Yıldırım Bayezid devrinde Türklerle ve Müslümanlıkla tanışan Üsküp 21. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. 14. yüzyılda fetihle birlikte buraya gelen Türkler ve onların torunları şehri itinayla inşa etmişlerdir. Cami, medrese, hamam ve han gibi kamuya hizmet üzere yapılan binaların sayısı oldukça fazladır. Bugün Makedonya sınırlarında bulunan Üsküp, İslâm’la tanışmasıyla çevresindeki Kalkandelen, Gostivar, Ohri gibi şehirleri de etkilemiş, dinsel ve sosyal açıdan Balkan bütünlüğünün parçalarını oluşturmuştur. Bugün bu şehirleri ziyaret ettiğinizde izlere rastlarsınız. Üsküp’te çarşıda, Kalkandelen’de tekkede ve Ohri’de bir sokakta yürürken ortak kültürün manzaraları seyredilebilmektedir. Türkiye’den gidişte başka bir Türkiye’yle karşılaşılan yerdir Üsküp.
Anıt eserlerin temizlik, bakım ve onarım işleri devletin koruma kurumları tarafınca yapılması beklenir. Bu tür faaliyetlerden mahrum bırakma, anıtların varlığının sonuyla barındırdığı değerlerin de kayboluşuna yönlendirmektedir. Kuzey Makedonya/Yugoslavya’da İslâm ve Türk eserlerine yönelik bu tutum, eserlerin uzun süre bakımsız kalmasına ve kullanılamamasına sebep olmuştur. Bu süreçte Müslümanlar, atalarının eserlerini yaşatmak için iş birliği yapmaya ihtiyaç duymuşlardır. Üsküp’te, Kalkandelen’de restorasyonlar bu koordinasyonlarla yıllara dağılarak gerçekleşmiştir. Eserlerin kitabelerinde hilali görmek, Türkiye’yi okumak balkanlarda sıkça karşılaştığınız bir durumdur. TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) burada birçok eserin restorasyonunu gerçekleştirmiş ve şehre hediye etmiştir. Üsküp merkezde bulunan Sultan Murat Camii ve İshak Bey Camii bunlardan bazılarıdır. Bu eserlerde ibadet edildiğini görmek ve Üsküplülerden razı olduklarını dinlemek bir parça hüzünle birlikte çok sevinci getirmektedir.
Üsküp’ün Muradiye Camisi
Üsküp’te yükselen minarelerden biri Sultan II. Murad’ın hediyesidir. Bursa ve Edirne’nin olduğu gibi Üsküp’ün de Muradiye’si vardır. Muradiye Camii, Üsküp’ün en büyük camisidir. Aynı zamanda Balkanların dördüncü büyük camisi. İlk üçüne bakıldığında sırasıyla Sofya, Filibe ve Dimetoka’da olduğu görülür. Sofya’da Mahmud Paşa Camii uzun yıllardır arkeoloji müzesi olarak kullanılmaktadır. Üsküp’te Sultan Murad’ın mirası, özgün işlevini sürdürmesi ve cemaatini kucaklaması bakımından değerlidir.
Dünün, önceki günün üzerine inşa edilmesi olgusundan hareketle söylenebilir ki Osmanlı mimarlığının önemli yapılarından biridir. Anadolu’yla kıyaslandığında kamusal mimarlığın belirli bir anlayış ve inşa düzeniyle merkezden yayıldığı görülmektedir. Erken dönemdeki ulucami plan tipinin örneklerini görebildiğimiz gibi tek kubbeli ve son cemaat yeri olan camilerin gelişmiş planlarının uygulandığını da görebilmekteyiz. Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi kitabında bu coğrafyadaki yapıların yerel mimarlara yaptırıldığını söylemektedir. Dolayısıyla bazı yapılarda kubbeli mekânın yan sahınlarını görürüz. Bunlar Ayasofya’da da gördüğümüz yan neflerin yerel yansımalarındandır.
Taşköprü’den geçip çarşının sonuna gelindiğinde saat kulesi görülür. Hemen arkasında Muradiye Camii vardır. Osmanlı’nın ilk saat kulelerinden biri, türbeler ve caminin bulunduğu tepeye “deveden yüksek kaldırım” olarak bilinen bir yokuşun tırmanılmasıyla çıkılır. 1969’da şehri ziyaret eden Ekrem Hakkı Ayverdi, yapıların yıkık ve harap hallerini betimlemiştir. Günümüzde bu hallerinden eser olmayıp bakım ve onarım çalışmalarının tamamlandığı görülmektedir. Cami ve çevresi, 2016-2019 yıllarında TİKA tarafından kapsamlı bir restorasyonla düzenlenmiş ve 2020’de açılışı gerçekleşmiştir.

Kitabelerden anlaşıldığı üzere Muradiye Camii 1436-37 yıllarında inşa edilmiştir. Yapımından yüz yıl sonra bir yangın geçirmiş ve büyük ölçüde tahrip olmuştur. Yanmasının üzerinden bir yıl sonra Kanunî Sultan Süleyman’ın ihsanıyla tekrar ibadete açılmıştır. Şehrin ulucamisi olması dolayısıyla her çatışmada darbe almış ve yenilenmeye ihtiyaç duymuştur. Yine kitabelerden ve belgelerden Sultan III. Ahmed ve Sultan Mehmed Reşad döneminde de tamir edildiği öğrenilmektedir. Büyük yıkımlara rağmen yapının genel ölçüde korunmasıyla isminin ve işlevinin sürdürülmesi vefa duygusunun diriliğini göstermektedir.
Cami, mimarisi itibariyle kırma çatılı, revaklı son cemaat mahaline sahip bir kâgir (yığma) yapıdır. Yapıya bitişik, zarif bir minaresi vardır. Revaklı avlu cephesi düzgün kesme taştan inşa edilmiş olup diğer cepheler taş ve tuğladan almaşık örgü sistemine sahiptir. Yapılarda en görünür cephenin malzeme bakımından itibarı yüksek olandan yapılması dönemin payitahttaki birçok eserde de görülen bir durumdur. Malzemeler arası hiyerarşi buradan okunabilmektedir. Giriş ve son cemaat yeri olan bu cephedeki revakların altından geçildiğinde harim kapısının üzerinde üç farklı kitabe görülür ki bunlar inşa ve tamir kitabeleridir. En üstteki tamir kitabesi Sultan Mehmed Reşad devrine aittir ve iki yanında manzara resimleri bulunur. Bu resimler, sıva üzerine kalem işi tekniğiyle yapılmıştır. Kaynaklarda Süleymaniye ve Selimiye camilerinin resmedildiği iddia edilmektedir.

Son cemaat yerinde başlayan barok süslemeler iç mekânda da devam etmektedir. Geç Osmanlı dönemine ait renkler ve desenler harimi kuşatmaktadır. Yazılar da bu forma uyum sağlamaktadır. Barok üslubun ağırlığı küf yeşilini andıran ve mekânda çok kullanılan boyayla dengelenir. Yeşil ve altın yaldızlarla bezenmiş ahşap tavan ve diğer yapı elemanları, mekâna dinginlik katmaktadır. Restorasyon sırasında raspa çalışmalarıyla ortaya çıkartılan duvar bezemelerinde yer yer sergilenmekte olduğunu görürüz. Beden duvarlarının özgün duvarlar olup çatının yenilendiği buradan da anlaşılabilmektedir. Nitekim birçok araştırmacı yapının ilk halinde ahşap çatının olmadığını, merkez sahnın kubbeyle ya da tonozla geçildiğini belirtmektedir. Kubbe muhtemel bir örtüdür fakat aynı dönem Üsküp’te yapılmış bir başka yapıda tonoz gözlemlenmesi tonoz fikrinin ağır basmasını sağlamıştır. Büyük ölçekli yenileme çalışmaları gerektiren birçok hadise yaşanmıştır. Böyle durumlarda yapının özgün hâline sadık kalınmamış olabilir.

Beylerin ve paşaların camileri arasında bir hünkâr camisi olarak varlığının ayrıcalığını sürdüren Muradiye Camii, şehre hâkim bir tepede büyüklük mesajını vermektedir. Günümüzden yaklaşık altı yüz yıl önce meydana gelen mimari varlık, yapıyı inşa eden medeniyetin değerlerini taşımayan bir devletin topraklarında -binalarla kuşatılsa da- yaşamını devam ettirmektedir. Bu, kültürel mirasın evrensel değeri bakımından olması gerekendir.
Mimarinin politik ve kültürel meselelere etkisi Üsküp üzerinden okunabilmektedir. Mevcut sistemin maruz bıraktığı çevre, halkın değerlerini yeniden inşa etmeyi amaçlamaktadır. Köklerden gelen değerleri korumak ve şehrin hüviyetinin daha fazla değişmesine müsaade etmeme hususunda kendimizi sorumlu kılabiliriz. Gitmeli, görmeli ve anlamalıyız. Tanışmak, hikâyelerini dinlemek anlam dünyamızın ufkunu genişletecektir.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.