Yalnızız dostlarım: Mexico City

Kalabalığın vuku bulduğu şehir...
Kalabalığın vuku bulduğu şehir...

Kalabalıklar içinde yalnızlığımızı duyumsamak, birey olarak tekliğimizi nihayetsizce hissedip böbürlenirken, milyarlarca insandan biri olduğumuzu da bizzat müşahede edip küçülüp kaybolmanın, eriyip gitmenin şehri burası, sonsuza akan bir insan ırmağı içinde…

Aman Allah’ım, Rabbim sen büyüksün, kıyamet mi kıyamet, filhakika bir mahşer yeri. Binlerce, on binlerce insan, hamur tepsisi gibi geniş şapkaları, kara marsık gibi yüzleriyle üzerinize üzerinize geliyorlar. Bir o kadar da araba; orada öylece kımıldamadan duruyor binlerce vesait…

Ve aralarından can havliyle, bu mahşerden bir an evvel kurtulmaya çalışan faniler gibi geçen velespitler. Sanki bir ressamın devasa bir trafik tablosuna bakıyormuşsunuz gibi dakikalarca hareketsiz duran binlerce araba…

Aman Ya Rabbi! Recaizade Mahmud Ekrem…

Meksikalıların "Sombrero" diye adlandırdıkları o şapka.
Meksikalıların "Sombrero" diye adlandırdıkları o şapka.

Her gün herc-ü merc

Mexico City’e gideceklere ilk tavsiyem şu, gitmeyin. Ne lüzum var, maaile bizatihi per-ü perişan olmaya; Frenk ellerinde... Zira Batı yarıkürenin en büyük en kalabalık şehri burası ve dünya üzerinde Espanyolca konuşulan yerlerin en büyüğü. Ağızlarını doldura doldura, bol salçalı bir patates oturtma yerken çıkarılan sesler gibi konuştukları Espanyolcalarıyla Mexico City’de insanların halinden ziyadesiyle müteessir oldum. Bu sebeple pek sitayişle bahsedemeyeceğim her gün bir herc-ü merc içinde yaşanan bu çalkantıdan. Bu seyahatimde bana eşlik eden refikim, kıymetli münevver Baturalp Bey’in ilk günün ardından odasından çıkmadığını da belirteyim.

Hengâmenin başkenti

Ama bendeniz biraz da sevmedim değil bu hengâmeyi. Karıştım gittim, kayboldum bu insan ve vesait seli içinde. Kendimi dinledim, duydum, özümsedim, çözdüm hayatı. Benliğimin ve ruhumun en ücra sokaklarına yürüdüm kendi içimde şahsen. Varlığımın ayak seslerini duydum, mevcudiyetimle hemhal oldum. Geldiğime pişman oldum.

Mariachilerle şakalaşın...
Mariachilerle şakalaşın...

Siz de öyle yapın, örneğin Bolivar Caddesi’nde üzerinize doğru gelen kalabalıklar karşısında kollarınızı açarak “Rüya gibi uçan yıllar, biraz durun, durun biraz”ı (Beste Avni Anıl-Güfte: Rüştü Şardağ-Hicaz) söyleyin. Katedralleri gezin, sokak müzisyenleri Mariachilerle şakalaşın, Osmanlı’dan hediye çinili saati görün, kendinizi sorgulayın.

Mexico City; kalabalıklar içinde yalnızlığımızı duyumsamak, birey olarak tekliğimizi nihayetsizce hissedip böbürlenirken milyarlarca insandan biri olduğumuzu da bizzat müşahede edip küçülüp kaybolmanın, eriyip gitmenin şehri, sonsuza akan bir insan ırmağı içinde…