Yaz mevsiminin gölgelerine bakan üç film insan ruhunun sınırlarını anlatıyor

Yaz, dışarıdan bakıldığında en cömert mevsim gibi görünür: Uzun günler, parlayan bir güneş, tuzlu bir rüzgâr... Oysa tüm bu sıcaklık, insanın içindeki sıkışmayı daha da görünür kılar bazen; çünkü yaz sadece doğanın değil, duyguların da yoğunlaştığı zamandır. Gençlik, tutku, özgürlük arzusu… Hepsi yazın güneşiyle parlar; ama aynı güneş altında kıskançlık, gerilim ve çatışma da çiçek açar. Yaz, insanın kendiyle ve başkalarıyla yüzleştiği bir döneme dönüşebilir. Gölgesine sığınacak bir ağaç ararken, en çok içimizdeki kuraklıkla baş başa kalırız. Bu mevsimin yüzeydeki neşesinin ardındaki karmaşayı anlatan üç filmi bir araya getirdik bu kez.
Conte d’été (Yaz Hikâyesi)

Eric Rohmer’in zarif kamerasından çıkan Yaz Hikâyesi (1996), yazın hafifliğini ve kararsızlığını bir genç adamın aşk üçgenleri üzerinden işliyor. Gaspard, tatil için geldiği sahil kasabasında üç farklı kadınla kurduğu belirsiz ilişkiler arasında gidip gelirken, yazın kendine has kararsız ruh hâlini de yansıtır. Her şey geçici, her şey mümkün gibidir yazın. Ama o serin akşam rüzgârları, karar vermenin sancısını da taşır beraberinde. Film, yaz mevsiminin romantik seraplarıyla, insan doğasının gelgitli yapısı arasında kurduğu dengeyle öne çıkıyor. Bir yandan ışık ve deniz, bir yandan içsel dalgalanmalar… Yaz, burada hem bir özgürlük alanı hem de sorumlulukların kaçınılmazlığını hatırlatan bir ayna yani.
Murina

Hırvat yönetmen Antoneta Alamat Kusijanović’in ilk uzun metrajı Murina (2021), yazın altın ışıkları altında gelişen bir gerilim hikâyesi. Adriyatik kıyısında geçen bu filmde, 16 yaşındaki Julija, baskıcı babası ve pasif annesiyle birlikte yaşadığı adada, dışarıdan gelen bir misafirle birlikte kendi arzularını ve hayallerini yeniden keşfetmeye başlar. Güneşin altında parlayan su kadar göz alıcıdır bu yaz; ama o suyun altında bastırılmış öfke, suskunluk ve hayal kırıklığı vardır. Murina, yazın dıştan görünen o ışıltılı yüzünün ardındaki huzursuzlukları, genç bir kızın kendi sesini bulma çabası üzerinden anlatır. Bu yaz, çocukluğun bittiği ve bir kimlik uyanışının başladığı mevsimdir.
Susuz Yaz

Türk sinemasının klasiklerinden Metin Erksan’ın 1963 yapımı başyapıtı Susuz Yaz, yazın sertliğini ve yakıcılığını kırsal gerçekçilikle anlatıyor. Ege köylerinden birinde geçen filmde, toprak ve su üzerine çıkan bir kavga, iki kardeşin karşı karşıya gelmesine neden olurken kuraklık, sadece toprağın değil; insanın vicdanının da çatlamasına yol açıyor. Yaz burada bir mevsim değil, bir karakterdir âdeta: yakıcı, acımasız ve dönüştürücü. Su, hayat demek; ama aynı zamanda güç, erk demek. Ve bu gücü elinde tutan, kardeşliğin ve insanlığın sınırlarını zorluyor filmde. Dolayısıyla Susuz Yaz, yazın sadece bir doğa hali değil, aynı zamanda bir insanlık sınavı olduğunu gösteriyor bize.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.