A Poet; şiir mi önemlidir, şair mi?

“A Poet”, bir şairin yaşam krizleri, sanatsal arayışı ve cinsel istismar iddiası üzerinden hem sanatçının kırılganlığını hem de toplumun önyargılarını sorgulayan bir film olarak öne çıkıyor.
Şiir üzerine okuyucunun, yazanın ve eleştirmenin yorumu vardır. Eğer metni poetik bir oluş olarak ele alıp üzerine yazı yazmıyorsak, şairin şiiri üzerine okuyucu sayısı kadar yorum gelebilir. Bu haliyle şiir ilk yazıldığında nesnel gerçekliğe hitap etse de, son noktada öznel bir yoruma dönüşebilir. Ama şair hakkındaki değerlendirmemiz biraz daha farklıdır; eğer şairin yakınıysak onu günlük rutinlerinden ve yaşamsal deneyimlerinden tanımaya çalışırız. Bu da her zaman iyi sonuç vermez. Çünkü güncel yargıda, şair “eserikli”, şair “deli”, şair “bilge”, şair “sapık” gibi yorumlarla karşılaşırız. Bunlar aslında insan olmanın doğasının bir sonucudur ama iş şiire gelince size bir ad takarlar ve artık bu “adla” anılırsınız.
Yakın zamanda vizyona giren A Poet (Bir Şair) filmi de bu konular etrafında dönüyor. Filmin ayrıca 78. Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard bölümünde kazandığı Jüri Ödülü’nün ardından Kolombiya’nın Oscar adayı olduğunu da hatırlatalım. Filmin baş karakteri Oscar, orta yaşlarda birkaç şiir kitabı çıkarmış ama hayatının kriz dönemini yaşayan biridir. Bu krizli döneminde çalışmak istemeyen, kendini sürekli alkole veren Oscar, ailesinin baskısıyla bir lisede felsefe öğretmeni olarak göreve başlar. Orta yaş krizindeki karakter, hayata karşı çok savunmasız hissettiği bir dönemdedir ve başarılı da bulunmaz. Eşinden ayrılmış, liseye giden bir kızı vardır. Tüm bu çöküntüler arasında kendine yeni bir ilham kaynağı bulur.

Yurlady isimli kız öğrencisi iyi şiir yazmaktadır. Onu bir şiir ödülü alması için destekler. Ama burada da işler beklenildiği gibi gitmez. Yurlady de zeki ama hayat karşısında kayıp bir tiptir. Okuldan sonra üniversiteye gitmek istemeyen, evlenip çocuk yapmak isteyen, kayıp babasıyla sorunlar yaşamış bir gençtir. Oscar, yeteneği keşfetmenin sevinciyle hayatında yeni bir dönemin açıldığını hisseder, kızıyla ilişkileri biraz düzelir. Ödül töreninin yapıldığı gece Yurlady çok içki içer ve sarhoş olur. Onu o halde evine götüren Oscar, suçlamaların odağına yerleşir.
Bunu hayatın içinden de biliriz; erkek şairlerle ilişki yaşayan kadınlar zaman zaman gerçekten mağdur olur, zaman zaman da şairin büyüsüne kapılıp yanlış anlaşılmaların merkezine yerleşir. Bu tip olaylarda kimin suçlu, kimin haklı olduğuna karar vermek zamanla ortaya çıkan bir gerçeğe dönüşür. Bu sahnenin filme iki amaçla koyulduğunu varsayabiliriz: Birincisi, genel kanı olarak şairlerin istismara açık kişiler olarak görülmesi; ikincisi ise güncel dünyada kadın istismarına dair bir bakış sunmasıdır. Filmin bu iki temel noktayı birleştirmiş olması da ayrıca bir başarı sayılabilir.
Her filmde kendi yolumuzu bulmaya çalışırız
Sonunda Oscar masum çıkar, cinsel istismar olmamıştır; Yurlady ise artık başka biri olduğunun farkına varır. Aslında lise çağında dünyaya dair bilincimizin oluştuğu bir gerçektir; devamını bunun üzerine inşa ederiz. Burada Yurlady’nin ruh hali ve dünyayı bir yabancı gibi algılaması da sanatçı ruhla doğmuş olmasının bize yansıyan bir izdüşümüdür. Hayatı deneyimlediğimiz o çağlarda kendi keşfimiz için dış etkenlere açığızdır. Tüm bunları yöneten olaylar silsilesinde biz de kendi yolumuzu ararız.
Filmi bir şairin açmazları ve depresyon hâlinin yansıması olarak görebileceğimiz gibi, güncel bir mesele olan cinsel istismar üzerine düşünmek için bir araç olarak da görebiliriz. Tüm buralardan bakınca, şair olmak ruhta olanla hayatta olan arasında bir bütündür. Film, bu açıdan sanatçı olmaya dair izleyiciyi bazı düşüncelerle baş başa bırakıyor. Bir de siz kendi deneyimlerinizin etkisiyle izleyin