Savaş Üstüne Savaş: Bu çağda devrim rüyası görmek!

Başrolünde Leonardo DiCaprio'nun yer aldığı Paul Thomas Anderson imzalı Savaş Üstüne Savaş filmi, son zamanların en çok dikkat çeken işlerinden biri oldu. Birden fazla alanda Oscar ödülüne aday olması beklenen film, modern çağlarda bir devrim hikayesi anlatıyor. Yazarımız Zeynep Karaca, filmle alakalı görüşlerini sizin için kaleme aldı
Kapitalizmin gücünün zirvesinde olduğunu var saydığımız bu çağda; devrimci duygularla hareket etmenin bir karşılığı var mı? Sovyetlerin dağılmasıyla devrimcilik hayatımızdan çekilmedi mi? Hâlâ böyle bir dünyada mülteciler için direnmek, sosyal adaletsizlikler için direnmek, eşitlik rüyaları görmek, ne kadar gerçekçi. Bir devrim rüyası ne kadar gerçek? Bu ve benzeri birçok soruyu düşündüren film Paul Thomas Anderson’un bu sıralar vizyonda olan filmi Savaş Üstüne Savaş (One Battle After Another).

Filme dönecek olursak; yasa dışı devrimci bir örgütün üyesi olan Bob’un başından geçenlere odaklanıyor. Biraz da Hollywood’da çekilmiş olmasının etkisiyle maceranın içinde yer alıyoruz. Bob ve eşi Amerika için tehlikeli bir örgütün üyesidir. En belirgin icraatlarını Meksika sınırında bir göçmen kampını basıp, göçmenleri özgürleştirmekle gösterirler. Örgüt güçlü bir örgütlenme ağı olan yapıdır. Başka eylemlerinin olduğuna da şahit oluyoruz. Bob bir Amerikalıyken eşi siyahidir. Bir çocukları dünyaya gelir ve Bob daha baba rolüne bürünmüşken anne (Perfidia) devrim faaliyetlerine devam eder. Ama işler hiç de beklenildiği gibi gitmez, yakalanır ve itirafçı olmak zorunda kalır. Mülteci kampını bastıkları sırada üst düzey komutan olan ve Sean Penn’in (Steven J. Lockjaw) hayat verdiği karakterle aralarında bir ilişki yaşanır. Devletin, örgütün ve özel hayatın iç içe geçtiği bu hikaye kızlarının hayatına kadar uzanır. Amerikan iç istihbaratı bu örgütü ortadan kaldırmaya yeminlidir. Yıllar sonra bile örgüt üyelerinin peşine düşer. Bob kızıyla kendine yeni hayat kurmayı dener. Bunda kısmen başarılı da olur.
DEVRİMLERE DAİR YENİ SORULAR VAR
Peki devrimler kanlı mı olur kansız mı, peki devrimler televizyon ekranlarından canlı yayınlanır mı? Filmin bize birinci mesajı devrimin kanlı olacağı yönünde. Gerçekten de tarihe baktığımızda kansız devrim hatırlamayız. Tarih bize uğruna savaş verilen şeylerin büyük bedeller ödemeden elde edilemeyeceği gerçeğini her zaman anlatır. Mücadeleler içinde de insan hikayelerinin dönüşümünü. Kaybedenlerin yeni hayat için, başka insana dönüşme süreçleri de vardır. Kavganın kaybedeni aynı zamanda eski dünyanın da mirasçıları oluyor. Bugün ise, mevcut sisteme kafa tutmanın ya da orada bir gedik açmaya çalışmanın zorluğunu hepimiz biliyoruz.

Amerika dünyanın başındaki büyük bela ama buna karşı koyacak fiili güç de yok. Devrim ise, gerçekleşmesi pek mümkün görünmeyen bir rüya gibi anlatılıyor. Ama birileri geçmişte bunlar için mücadele etti. İnsanlık yeniden yarım bıraktığı mücadeleye dönebilir mi? Dönerse, bunun yöntemi ne olmalı? Birebir savaş mı? Film bize bu tarihin yenik tarafıyla günümüzde de bir savaşın devam ettiğini söylüyor. Savaş sürüyor, devrimciler güçsüz ama yine de kodları güncel. Yenilenler hiçbir şey yapmaz değil. Bunun güncel şartlarda yeni yolları var. Film bu haliyle devrimcilerin tarafını tuttuğunu bize ilan ediyor. Ve haklı bir mücadeleyi izlemeye davet ediyor bizi.
ÖNEMLİ YAPIMLARI VAR
Paul Thomas Anderson’u Kan Dökülecek isimli yine Amerikan kapitalist düzenin dibine benzin döktüğü filminden biliyoruz. Dünya meselelerine fazlaca kafa yoran bir yönetmen; o filminde de iktidar ilişkilerine ciddi göndermeleri vardı. En temelde dünya ticaretinin temel argümanlarından biri olan petrol üzerinden mülkiyet göndermeleriyle doluydu film. Onun dışında Phantom Thread gibi romantik filmlerini de biliyoruz. Yaptığı her işinden ustalıkla bahsedilen yönetmenin son filmini görmenizi; bu seferde eski dünyalar ve yeni gerçeğimizin yasaları üzerine düşünmeye davetlisiniz