90'ların siyaseti sokakları kadar kirliydi

Türkiye'nin 90'ları, bir daha asla yaşamak istemeyeceğimiz karanlık, kapkaranlık yıllardı. Öyle ki suikast haberleri artık sıradanlaşmış ve ülke sokaklarını tedirginlik sarmıştı. Aslında 28 Şubat'ın zeminini hazırlıyorlardı. Yapılan suikastlarla hem birilerini susturuyor hem de suçu Müslümanların üzerine atarak bir taşla iki kuş vuruyorlardı. İşte o ilk taşı nasıl atacakları 1990'ın ilk günlerinde belli olmuştu. Hukukçu Muammer Aksoy, evinin önünde suikasta kurban gitmişti. Hedef olarak seçilen Aksoy sıradan biri değildi. 1961 Anayasası'nın komisyon sözcüsüydü, CHP milletvekilliği yaptı ve 1989'da Bahriye Üçok ve Hıfzı Veldet gibi isimlerle Atatürkçü Düşünce Derneği'ni (ADD) kurmuştu. Yani Muammer Aksoy, Müslümanlara zulmetmek için uydurulan 'İslamcı terör' tuzağı için biçilmiş kaftandı. Dönemin medyası, olmayan bir örgütün suçu üstlendiğini yazıyor ve Müslümanları hedef gösteriyordu. Katiller 10 yıl bulunamadı ve 17 Ocak 2000'de sözde bir hücre evine yapılan baskınla 'Tevhid-Selam' ve 'Kudüs' örgütleri çökertildi. Toplam 22 faili meçhul cinayet bir anda ve tek seferde bu olmayan örgüte fatura edilip dosyalar kapatılmak istendi. Bu operasyona herkesten önce Uğur Mumcu'nun kardeşi Ceyhan Mumcu itiraz etti. Senelerce hapiste çürütülen sözde Tevhid-Selam Örgütü mensupları bir bir beraat etti ve gerçek faillere bir türlü erişilemedi. Onlar beraat etse de Müslümanlara atılan bu iftiranın algısı bertaraf edilmedi. Çetin Emeç suikastı ise bir başka örnek. Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde Genel Yayın Yönetmenliği yapmıştı. Önceki gün silahlı bir saldırıda öldürülen gazeteci yazar Çetin Emeç ile şoförü Sinan Ercan'ın cenazeleri İstanbul'da törenle toprağa verildi. 7 Mart 1990'da gazeteye gitmek üzere evinden çıktığında şoförü ile birlikte öldürüldü. Katillerin kimliği kısa sürede belirlendi. Ama yakalanmaları o kadar kısa sürmedi. Suikastı gerçekleştirdiği iddiasıyla İrfan Çağrıcı 1996'da yakalandı. Çağrıcı üzerinden 90'ların karanlık medyası İslam'a ve Müslümanlara içlerindeki tüm kini kustular. 2000'de Çağrıcı'ya idam cezası verildi ve hâlen tutuklu ama bu cinayetler neden işlendi ve gerçek fâilleri kimdi henüz bilinmiyor. Bu lekeleri Müslümanların üzerine çalarken bir yandan da çizdikleri bu şablonla sözde sol örgütler adına suikastlar düzenleniyordu. Bunlar hiç öyle sıradan suikastlar değildi. MİT'in eski müsteşar yardımcısı Hiram Abas tam da böyle bir suikasta kurban gitti ve cinayeti Dev-Sol üstlense de fail hiçbir zaman bulunamadı. Boynundan ve başından aldığı iki kurşun yarası sonucu olay yerinde öldü. Bir ülkenin istihbarat servisinin müsteşar yardımcısı katlediliyor ve failleri bulunamıyorsa işte o ülkenin istihbarat servisine sızan yapılar failin ta kendisidir. Hatta dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu, “Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum” demişti. Belki şaşıracaksınız ama 1973'e kadar MİT'in maaşları CIA tarafından ödenmişti. Katledilen Hiram Abas'a dönecek olursak, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, MİT'i sivilleştirmeyi planlıyor ve başına da Hiram Abas'ı getirmeyi düşünüyordu. Fakat önce Hiram Abas daha sonra devletin en kılcal damarlarına sızan FETÖ'yü ve Gladyo'yu tespit eden Turgut Özal suikasta kurban gitmişti.