Birçoğumuz için gecenin geç saatlerine kadar uyanık kalmanın sabahına okula gitmek, adeta sessiz bir mücadeledir. Uykusuz gözlerle derse girip, tahtadaki yazıları seçmeye çalışırken yavaşça göz kapakları ağırlaşır. Kalemin parmaklarımızdan kaydığı, satırların birbirine karıştığı o anlarda uyku, bizleri yavaş yavaş kollarına alır. Ancak o tatlı rehavetin ortasında aniden adımızın yankılanmasıyla birlikte yaşanan o ani irkilme, en etkili kafein kadar güçlü bir etki yaratır.
Sessizliğin İçinde Gelen Panik Dalgası Öğretmenin ses tonundaki en küçük bir değişiklik bile, yarı uyur hâlde olan zihni bir anda alarma geçirir. Kalp hızla atar, omurga kendiliğinden doğrulur ve sanki o ana kadar tüm dersi dikkatle dinlemişiz gibi bir ifade yüzümüze yerleşir. Bu kısa ama yoğun panik anı, aslında uykusuzluğun getirdiği yorgunlukla birleşen bir farkındalık patlamasıdır. Belki de o an, beynin “hayatta kal” refleksinin en masum hâlidir. Her öğrencinin en az bir kez yaşadığı bu tecrübe, derste uyanık kalmanın ne kadar zorlu, ama bir o kadar da komik bir hikâyeye dönüşebileceğini hatırlatır.