Çemberlitaş 1700 yıldır ayakta

İstanbul'da her gün önünden geçilen Çemberlitaş, aslında kentin Roma ve Bizans geçmişine uzanan çok katmanlı bir tarihin merkezinde yer alıyor. Resmî adıyla Apollon Sütunu olarak bilinen bu anıt, Konstantinopolis'in başkent ilan edilmesiyle birlikte İstanbul'a getirildi.

Roma İmparatoru I. Konstantinos, MS 330 yılında Roma'daki Apollon Tapınağı'ndan getirttiği sütunu bugünkü yerine diktirdi. Başkentin simgelerinden biri hâline gelen sütunun tepesine ilk olarak Konstantinos'un kendi heykeli yerleştirildi. Ancak sonraki dönemlerde bu heykel kaldırıldı. Theodosius ve Justinianus da kendi heykellerini sütunun üzerine koydurdu. 1107 yılında yaşanan şiddetli bir kasırga sonucu sütunun büyük zarar gördüğü ve yıkıldığı biliniyor. Bunun ardından Bizans İmparatoru I. Aleksios, sütunun tepesine bir haç yerleştirterek yapıyı yeniden inşa ettirdi. 1453'te Konstantinopolis'in Osmanlılar tarafından fethedilmesinin ardından ise bu haç kaldırıldı. Çemberlitaş'ın Osmanlı dönemindeki önemli onarımlarından biri, Yavuz Sultan Selim devrinde gerçekleştirildi. Halk arasında “Çemberlitaş” adıyla anılmasının nedeni ise daha sonraki bir döneme dayanıyor. II. Mustafa zamanında bölgede çıkan büyük bir yangının ardından sütunun çevresi duvarla çevrildi ve demir çemberlerle güçlendirildi. Bu uygulama, yapının günümüze kadar gelen adını da belirlemiş oldu.

Tarihi kaynaklarda sütuna dair dikkat çekici bir iddia da yer alıyor. Kesinliği tartışmalı olan bilgilere göre, sütunun altında İsa Peygamber'e ait bazı eşyaların ve kutsal emanetlerin bulunduğu ileri sürülüyor. Bu iddia, Bizans tarihçisi Sokrates Skolastikus tarafından aktarılıyor. Ancak bu bilgiyi doğrulayan somut arkeolojik veriler bulunmadığı için tarihçiler konuya ihtiyatla yaklaşıyor. Bugün Çemberlitaş'ın yanından geçen tramvay hattı da aslında antik bir güzergâhın devamı niteliğinde. Roma döneminde, Apollon Sütunu çevresinde düzenlenen törenler ve toplantıların ardından halkın bu yol üzerinden şehrin merkezine doğru dağıldığı biliniyor. Böylece Çemberlitaş, yalnızca bir anıt değil, aynı zamanda İstanbul'un iki bin yıla yaklaşan kent hafızasının da sessiz tanıklarından biri olarak varlığını sürdürüyor.