Akıllı adamın deli işi

İhracatın ithalatı sürekli aşması ucuz ham madde veya basit tarım ürünleri satışıyla gerçekleşemezdi; önemli olan “katma değeri yüksek” ürünler geliştirip satabilmekti.
İhracatın ithalatı sürekli aşması ucuz ham madde veya basit tarım ürünleri satışıyla gerçekleşemezdi; önemli olan “katma değeri yüksek” ürünler geliştirip satabilmekti.

Küresel ekonomide ülke ve millet olarak ayakta kalabilmenin en önemli şartı, içe kapanmadan millî ekonomiyi yenilikçi (inovatif) hale getirmektir. Son kırk yıl içinde Türkiye’nin dışa açılma oranı yüzde 10’lardan yüzde 80’lere yükseldiği halde, dünya gelirinden (GSYİH) aldığımız pay yüzde 1’de sabit kaldı. Kendisiyle bu tür konuları sık sık tartıştığımız sıradışı sanayicilerimizden Nevzat Demir, GSYİH kavramının yanıltıcı olduğunu; esas olarak GSMH üzerinde durmamız gerektiğini söyler durur. Çünkü bu ikincisi dış alem faktör gelir ve giderlerini yansıttığından, eğer yeterli katma değer üretip iyi fiyatlarla başka ülkelere satamamışsak, büyürken yoksullaşabilir, küresel ekonomiden aldığımız payın düşmekte olduğunu görebiliriz.

Bu bakımdan, gerçek milliyetçilik şirketlerimizin katma değerli ürün geliştirme ve bunları küresel ölçekte pazarlama kapasitelerini arttırmaktır. Bunları söyledikten sonra, bana çiçeği burnunda bir kitap verdi ve “Dündar beyi tanımadan, bu işi nasıl kıvırabileceğimizi anlayamayız Mustafa Hocam. Her şey öyle teorik laflarla hâlledilmiyor!” dedi. Kitabın tuhaf bir başlığı vardı: Deli İşi.1 Ali Perşembe’yi finans kitaplarından tanımasam ve Scala Yayıncılık’ı bilmesem, gülümseyip geçerdim belki. Teorisiz büyük işler başarılabileceğine inanmıyorum çünkü.

Ülkelerin nasıl zenginleştiklerine dair ilk modern fikirler kümesine topluca Merkantilizm diyoruz. Her ülke ne yapıp edip, dış dünyadan daha fazla para (altın ve gümüş) çekmeli; bunun için de lehte bir dış ticaret dengesi sağlamalıydı. İhracatın ithalatı sürekli aşması ucuz ham madde veya basit tarım ürünleri satışıyla gerçekleşemezdi; önemli olan “katma değeri yüksek” ürünler geliştirip satabilmekti. Onyedinci yüzyılda tohum halinde olan bu fikirler, 19. yüzyılda bir tür sanayi merkantilizminin özünü oluşturdu.2 Geliştirdiğiniz endüstriyel ürünlerle ya ülkenize ciddi döviz girişi sağlıyor veya dışarıya döviz çıkışını engelliyorsanız, millî ekonomiye gerçek bir katkı sunuyorsunuz. Teori ile pratiğin birleştiği bu noktada, Deli İşi başlıklı akıllıca yazılmış kitabı alıyor ve odama kapanıyorum.

Topluma yabancılaşmayı durduranları

Ali Perşembe, alıştığımız türde bir patron hatıratı değil, edebiyat ve müzik kokan bambaşka bir metin yazmış. Bob Marley, Naomi Campbell, Zaha Hadid, Johan Cruyff, Pep Guardiola, Walt Disney, Steve Jobs, Jeff Bezos, Sergey Brin ve daha birçok başarı hikâyesinin iç içe geçtiği bu kitapta, Bursalı tornacı Rıfat’ın oğlunun yükseliş serüvenini okuyoruz. Tutkunun, çalışkanlığın, yenilikçiliğin; ama aynı zamanda dostluk ve insancıllığın romanını. Böyle adamlar olmasa, şu canıçıkası kapitalizm büsbütün çekilmez olur! Dündar Yetişener, Türkiye’de “kozmopolit olmayan yeni bir girişimciliğin” habercisi gibidir. İlk örnekleri 1950’lerde ortaya çıkan bu sanayicilerden ikisini geçmiş yıllarda yakından tanımıştım: Sabri Ülker ve İbrahim Bodur. Hiç tanımadığım Dündar Yetişener yepyeni bir karakter; bakalım üçüncü kuşakta neler olacak?

Boğaziçi’ndeki talebelik yıllarımda, Türk ve dünya ekonomilerinin mahiyetine nüfuz etmemize ciddi katkı sağlayan efsane hocalarımızdan biri Mustafa Dilber idi. 1950’lere kadar girişimcilerimizin çoğunun Osmanlı aristokrat ailelerinden, yani devletçe korunan yüksek gelir gruplarından çıktığını söylerdi. Çokpartili siyasî hayata geçişle beraber, iktisadî hayatımız da çeşitlendi ve bir tür yeni girişimci akımına yol açtı.

Bu yeni girişimciler orta katmanlardan kendi çabalarıyla yükselebilmiş, toplum psikolojisini daha iyi bilen kişilerdi. Tutumlarıyla, davranışlarıyla, iş olanakları sağlamalarıyla topluma yabancılaşma eğilimini yavaşlattılar, hatta durdurdular. 3

Mustafa Dilber’in bu ifadesi, Dündar Yetişener’i birebir resmediyor. İnsanları nasıl etkilemiş olmalı ki, Ekşi Sözlük’teki bir yorumcu Fibrobeton için “gelsin benim de kalbimi kaplasın dediğim firma” diyor. “İçten güçlensin, dıştan kırılmaz olsun ama aynı zamanda da esnek olsun. İnce fakat sağlam olsun. Görenler ne güzel olmuş desin ve ben artık sıvaları dökülen, rutubet kokan metruk kalbime veda edeyim. Rengâhenk bir dış cephem olsun, içi de bir o kadar cümbüşlü.” Deli İşi’ni okuyanlar, bu satırların sadece şirketin ürünlerini değil, Bingöllü Zeki Şanlı’dan Ordulu Muhammed Maraşlı’ya kadar tüm Fibrobeton ailesini tasvir ettiğini kabul edecektir. Ürünlerle şirketin ve insanların özdeşleştiği özgün bir fenomen. Kozmopolit kapitalizm okyanusunda, evrensel bakışlı millî bir dostluk adacığı.

Dünyanın GRC üretiminin merkez üssü Fibrobeton

Zaha Hadid başta olmak üzere, dünyanın sayılı mimarlarının projelerinde başarıyla çözüm ortağı olan Fibrobeton son 35 yılda, “fiber takviyeli beton” (GRC veya FTB) üreterek 5000 dolayında binanın sağlam ve estetik dış cephelerini kapladı. FTB, ısı kayıplarını azaltan, deprem dayanıklığını arttıran bir malzeme. Türkiye’nin yanısıra, ABD’den Rusya’ya, İngiltere’den Moğolistan ve Mozambik’e kadar birçok ülkede faaliyet gösteren ve yüzde 100 Türk sermayesiyle kurulan şirket, 2017 yılında faaliyete geçen Düzce tesisleriyle “Dünya GRC Üretiminin Merkez Üssü” hâline geldi. Kurucu “Ağabey” Dündar Yetişener, evet patron değil ağabey, “vizyonumuz, yapılara dayanıklık, estetik ve ruh katarak, hem insanlığın yaşam kalitesini yükseltmek, hem de gelecek nesillere bırakılacak ortak kültürel mirasa değer katmaktır” diyor.

1. Ali Perşembe: Değerlerle Yolculuk: Deli İşi, İstanbul: Scala, Aralık 2022.

2. Bkz. Lars Magnusson: The Political Economy of Mercantilism, London: Routledge, 2015.

3. Mustafa Dilber: Türk Özel Kesim Endüstrisinde Yönetsel Davranış, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi İBF, 1981, s. 11.

Yazının devamı Z Raporu 46. sayısında