Artan kamu borçları ve bankaların kıyamet sarmalı

Prof. Dr. Obıyathulla Ismath Bacha.
Prof. Dr. Obıyathulla Ismath Bacha.

Koronavirüsle mücadelenin finansmanı ve yerel ekonomilerin desteklenmesi sonucunda kamu borçları önemli ölçüde arttı. Krizden önce 66 trilyon dolar olduğu tahmin edilen toplam kamu borcunun bu yıl 92 trilyon doları aşması bekleniyor. Salgının başından bu yana küresel borcun ülkelerin toplam GSYH’sına oranı ise 35 puan artarak yüzde 355’in üzerine çıktı.

Birçokları, kamu borcundaki bu artışın benzeri görülmemiş krizden dolayı kaçınılmaz olduğunu savunsa da, devletlerin uzun yıllardır kolay paraya ve borçla finanse edilen büyümeye bağımlı olduğu da bir gerçek. ABD, Japonya, Çin ve Euro Bölgesi ülkeleri gibi tüm büyük ekonomilerin GSYİH’lerini aşan miktarlarda borcu olmakla beraber, özellikle Japonya ve Çin’in borçları GSYİH’lerinin birkaç katıdır. Dünya çapında faiz oranları tarihteki en düşük seviyelerine yakın olduğundan, söz konusu borçların devletlere maliyeti şu ana kadar idare edilebilir olsa da, daha fırtınalı bir faiz ortamında böylesine yüksek borçları yönetmek, başta bankaların kıyamet sarmalı olmak üzere birçok zorluğu beraberinde getirecektir.

Kıyamet sarmalı devletler ve yerel bankalar arasında karşılıklı yarar sağlayan simbiyotik ilişkiyi, yani birbirine muhtaç yaşama zorunluluğunu ifade eder. Tahvil çıkararak bütçe açıklarını kapatmaya çalışan devletler, kendileri için her daim istekli yatırımcılar olan yerel finans kurumlarına sahiptir. Tüm bankacılık düzenlemelerinde devlet borçlanma araçlarının “risksiz” olduğu kabul edildiğinden, bankalara sıfır sermaye yeterliliği şartı getirilmekte ve banka rezervlerinin bir parçası olarak sayılmaktadır. Devlet tahvillerinin düzenleyici faydalar sağlarken aynı zamanda “risksiz” bir getiri de sağlaması, onu bankalar için diğer fonlara göre çok daha cazip bir risk-getiri seçimi haline getiriyor.

Devletler krediyi kapatmak için gereken parayı basma gücüne sahip oldukları için aslında kendi para birimleri cinsinden olan borçlarını ödeyememeleri söz konusu değildir. Yani kredi / temerrüt riski sıfır olabilse de, enflasyon riski, likidite riski, derecelendirme riski ve siyasi risk gibi tüm diğer riskler baki kalır. Dolayısıyla, Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan ve İspanya’yı kapsayan Euro Bölgesi krizinin gösterdiği gibi, kamu borcunun “risksiz” olduğunu söylemek son derece yanlıştır. Avrupa’da olanlar, bankacılıkta kıyamet sarmalının basit bir örneğiydi. Zira yerel bankalar ihraç edilen tahvilleri satın alarak devlete borç verdiler. Ancak kamu borcunun artmaya devam edip niteliğin düşmesiyle, büyük miktarda kamu borcu biriktirmiş olan bankalar yalpalamaya başlamakta ve gerçeğe uygun değerleme düzenlemelerini karşılamak için varlıklarının nominal değerini azaltma ihtiyacı duymaktadırlar.

Bunun ilk sonucu, bankanın kredi verme faaliyetlerinin dondurulması olacaktır. Ancak daha da kötüsü, bankanın varlıkları üzerindeki bir darbe, öz sermaye üzerinde bir dengelemeye neden olacak ve bu çok büyük olursa, bankanın kurtarılmasını gerektirecektir.

Sonuçta devletin bankalarını kurtarmak için kendini aşırı derecede kasması gerekecektir. Şimdi devletin bankalara olduğu kadar, bankalar da sürekli bir borç finansman kaynağı olarak devlete ihtiyaç duyuyor. Hem devlet hem de bankalar aşırı borcun tutsağı olmuş durumdalar. Kısacası, bir zamanlar karşılıklı fayda sağlayan bir ilişki, artık bir kıyamet sarmalı haline geldi. Bankacılıktaki kıyamet sarmalı, borç finansmanının neden olduğu sayısız sorundan sadece biridir. Tüm bunlardan kurtulmanın en net yolu, borca dayalı sistemlerden uzaklaşmaktır. İslami finansın risk paylaşım sözleşmeleri, başta kalkınma altyapısının finansmanı olmak üzere devlet finansmanı için elverişli bir borç dışı alternatif sunar.