Aşı karşıtlığı salgına level atlatıyor

Prof. Dr. Ahmet Ulusoy.
Prof. Dr. Ahmet Ulusoy.

Yaklaşık 20 aydır tüm dünyayı etkileyen Covid 19 pandemisini bitirmek maksadıyla ülkelerin uyguladığı koruyucu tedbirler yanında, biyoteknoloji sihirbazları virüse karşı bağışıklık sistemini güçlendiren aşılar geliştirdi.

Salgına karşı toplumsal bağışıklık kazanabilmek için ülke ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun (uzmanlar şimdilik asgari yüzde 70 diyor) aşılanması gerekiyor.

Buna karşılık farklı gerekçelerle aşılanmak istemeyen büyük bir kitle bu çabayı görmezden gelerek hem kendilerini hem de toplumları riske atmaktadır.

Aşılar tarih boyunca salgın hastalıkların, fiziksel ve ruhsal acıların dinmesini sağlayan bir kurtarıcı olmuştur.

Salgın hastalıklar arasında vebadan sonra en çok ölüme sebebiyet veren ve aşısının bulunmasıyla birlikte yeryüzünden silinen çiçek hastalığı dolayısıyla 50 milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Bugün aşılar sayesinde yılda 2 milyon insanın hayatı kurtuluyor.

Böyle bir kurtarıcının günümüzde insanlar tarafından yazılmış-üretilmiş çeşitli komplo teorilerine kurban edilmesi üzüntü verici.

Ülkemizde uygulanan aşılar Sinovac, Pfizer/BioNTech ve yerli aşı Turkovac’dan oluşmaktadır. Sinovac ve Turkovac eski bir aşı üretim tekniği olan inaktif virüs yöntemiyle üretilmişken, Pfizer/BioNTech ise geleneksel yöntemden farklı olarak mRNA teknolojisiyle üretilmiştir. Bu yöntem de zannedildiği kadar yeni bir yöntem değildir. On yıldan uzun süredir mevcut olan bu yöntemle, insan klinik deneyleri gerçekleşmiş olan kanser aşıları üretilmiş. Prof. Goldman “Eğer mRNA teknolojisinde bir sorun olsaydı daha önceden bunu fark ederdik.” diyor.

Aşının koruyuculuğunun kanıtlanmış olmasına rağmen; ülkemizde 2. doz aşılama oranı toplumsal bağışıklık sağlanacak oranın çok altında olması (23 Ağustos itibariyle yüzde 56) pandemiden kurtulma sürecini geciktirme yanında yeni varyantların ortaya çıkmasına izin verilerek aşıların etkisini aşındırmaktadır.

Yüzde 70 olan 2. doz aşının bağışıklık için yeterliliği yüzde 80’e çıktı. Aşılanma karşıtlığı devam ettiği sürece pandemiyle yaşamaya ve daha ağır insan kayıplarına devam edeceğiz.

İşin doğrusu aşı yaptırmamak, diğer kişilere zarar verme potansiyeli taşıdığından bireysel özgürlükler kapsamında değerlendirilmiyor. Toplu faaliyetlerin yapıldığı mekanlara (toplu taşımacılık, spor müsabakaları, alış veriş merkezleri, sinema, tiyatro vs. kültürel etkinlikler gibi) sınırlamalar getiriliyor.

Aşılar denenmemiş ve güvenli değil, asla maske takılmamalı, virüs bir Çin biyolojik silahıdır gibi komplocu retorik önemli bir halk kesimi tarafından gerçek gibi düşünülmektedir.

Kimi de genç ve sağlıklı olduğunu düşünüp (hastalığa yakalanıp pişmanlığını dile getiren çok vaka basına yansıdı) hastalığı ciddiye almıyor.

Kötü niyetli medyanın (özellikle sosyal olanın) siyasi ajanları yalan-yanlış bilgilerle nüfusun önemli bir bölümünde derin psikolojik kırılmaları tetikleyebilmesi, birçok ülkede çeşitli tehditlere karşı yönetimleri savunmasız hale getirmiştir.

Aşı karşıtı kampanyaların arka planında kendi ürettiği ürünü satabilme uğruna insanlara aşının zararlı olduğunu düşündürtmeye çalışan profesyonellere de rastlıyoruz.

Aşı karşıtlığı nedenleri ülkeden ülkeye farklılaşabilmektedir. Örneğin Fransa’da geçmişte yaşanan aşı ve ilaç skandallarından dolayı hükümete duyulan güvensizlikten aşı olmak istenmiyor.

  • ABD vatandaşlarının önemli bir kısmı mikroçiplerin vücutlarına yerleştirilmesi için Covid 19 aşısının kullanıldığına inanıyor.

Bir kısım ise; ‘eğer aşı gerçekten hayat kurtarsaydı, bedava değil çok daha pahalı olurdu ve maddi gücümüz bu miktarı karşılamaya yetmezdi’ diye düşünüyor. Ancak şu anda ABD’de aşısız insanların ağır vakaların yüzde 97’sini oluşturması bu iddiaya açık bir cevap niteliğindedir.

Koronavirüs aşıları ilk çıktığı zaman aşının bulaşı önleyip önlemeyeceği kestirilemiyordu. Daha sonra gelen verilere göre enfeksiyon kapmayı da büyük oranda azalttığı görüldü.

Delta varyantıyla birlikte ise bulaş ve enfeksiyon kapma riski de arttı.

Ancak aşının asıl amacı enfeksiyon kapmayı önlemek değil, hastalığın hafif geçmesini sağlamak olduğu gözardı ediliyor. Bu yüzden vaka sayısı artmış olmasına rağmen İsrail’de aşı, insanları yüzde 88 oranında hastaneye yatmaktan yüzde 91 oranında ise ağır hastalığa yakalanmaktan koruyor. Türkiye’de ise aktif vakaların yüzde 87’si ve hastanede yatan hastaların yüzde 95’i aşısı tamamlanmamış kişilerden oluşuyor.

Bazı kişiler hastanede yatan yüzde 5’e bakarak aşıların etkisiz olduğunu düşünüyor ve tepki veriyor. Oysa aşı olmayanların hastanede yatan kişi popülasyonunun yüzde 95’ini teşkil ettiği gerçeği bütün çıplaklığı ile karşımızda duruyor.

Aşı karşıtları, kendilerinin aslında yanlış yolda olduğunu somut verilere rağmen fark edemeyip/etmeyip konunun uzmanı kişilerin aşılar hakkında olumlu beyanlarını doğru kabul etmiyor.

Gelecekte aşı olmak istemeyen insanlar yüzünden bulaş önlenemezse yeni yeni varyantlar türeyerek var olan aşıların koruyuculuğunu tamamen kaybetmesine neden olabilir.

Toplumsal bağışıklık sağlayacak aşılanma oranına ulaşılmadığı müddetçe bu salgın bitmeyeceği net olarak görülmüştür. Bu nedenle ülkeler aşı olmayanlara yönelik farklı dozlarda ve alanlarda kısıtlamalar getirmeye başlamıştır.